İftar Duası

aallah Im Senin Rizan Icin Oruc Tuttum.sana Inandim Sana Guvendim.senin Verdigin Nimetlerle Orucumu Aciyorum.ibadetleri Kabul Buyur.gecmislerimize Rahmet Eyle.sukurler Olsun Verdigin Nimetlere>>amin



Kim Inanarak Karsiligini Allah(c C) Dan Umarakoruc Tutarsa Gecmis Gunahlari Affolur>>kim Yalan Soylemeyi Ve Onunla Amel Etmeyi Birakmassa Allah Onun Yemesini Icmesini Terk Etmesine Kiymet Vermez.>>( Hadisi Serif)



Ey Iman Edenler!oruc Sizden Onceki Ummetlere Farz Kilindigi Gibi Sizzede Farz Kilindi.umulurki Korunursunuz>>bakara 183)

şifa duası

Hz. Âise (r.a.)''den rivâyete göre Rasûllah (s.a.v.) kendilerine bir hasta getirildiginde söyle duâ ederlerdi;




"Ezhib''l be''se Rabbin''nasi esfi ve entes''safi la sifae illa sifauke , sifaen la yügadiru sekama"

(Bu hastaligi gider ey insanlarin Rabbi! Sifâ ver, çünkü sifâ verici sensin. Senin verecegin sifâdan baska sifâ yoktur. Öyle sifâ ver ki hiç bir hastalik birakmasin)




Allahim bana vermis oldugun bu hastalik sana sukur vesilemdir ..Hicbir kuluna dayanamayacagi yuku yuklemezsin, Bana ve ummeti muhammede de sifalar nasip eyle yarabbim




Amin

Kaza Namazı

Kaza NamazıBir namazı vaktinde kılmaya "edâ" vaktinden sonra kılmaya da "kaza" denir. Vaktinde kılınamayan namaza "faite" denir. Çoğulu "fevait"'tir.

Vaktinde kılınmamış olan beş vakit farz namazın kazası farz, vitir namazının kazası ise vacip olur. Kaza edilecek sünnet sayısı azdır. Şöyle ki, bir sabah namazının farzı ile birlikte sünneti de vaktinde kılınamamışsa, o günün, güneşin doğmasından 50-55 dakika kadar sonra öğle namazını vaktinden biraz önceye kadar bu sünnet, farz ile beraber kaza edilir. Kuşluk vaktinden önce ve istivadan sonra kaza edilemez. İmam Muhammed'e göre bu sünnet yalnız olarak da vaktinde kılınmamış olsa yine kuşluk vakti ile istiva arasında kaza edilir.
Bir özür olmaksızın namazın kazaya bırakılması büyük günahlardandır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Güvene kavuştuğunuz zaman namazı kılın. Çünkü namaz mü'minlere vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır." (en-Nisa, 4/103) Namazı özürsüz kazaya bırakmanın günahı o namazı kaza etmekle kalkmaz, ayrıca tevbe etmek de gerekir.
Meşru bir özür sebebiyle namaz kazaya bırakılabilir. Bu özürler: Düşman korkusu, bir ebenin doğum yapacak kadının başından ayrılması halinde çocuğun veya annesinin öleceğinden korkması bu özürler arasında sayılabilir.
Namazı bilerek ve tembelliği yüzünden kazaya bırakan kimse günahkar olur ve bu namazı kaza etmesi vaciptir.
Kazaya Kalan Namazlar Nasıl Edâ edilir?
Bir namazın eda şekli nasılsa kazası da aynı olur. Mesela seferde iken dört rekatlı bir namazı kaçıran kimse bunları ister seferde isterse asli vatanına döndükten sonra kaza ederken iki rekat olarak kaza eder. İkamet halinde tam olarak kılınması gereken namazları kazaya bırakan kimse de bunları hazarda veya seferde yine tam olarak kaza eder.
Namaz kaza edilirken bir sıra gözetilmesi gerekir mi? Eğer namazı kaza edecek kişi tertip sahibi ise, kaza namazı ile vakit namazı arasındaki sıraya uymak gerekir. Tertip sahibi değilse, bu namazı kaza etmeden diğerlerini kılabilir.
Bir kimsenin tertip sahibi sayılması için altı vakitten fazla namazı kaza kalmamış olmalıdır. Vitir namazı dahil altı vakit namazı kazaya kalınca tertip sahibi olmaktan çıkar.
Bir kimse ne kadar namazının kazaya kalmış olduğunu bilmese, galip olan kanaate göre hareket eder. Eğer böyle bir karara varamazsa, borcundan kurtulduğuna kanaat getirinceye kadar kaza namazı kılması gerekir.
Kaza namazı kılan kimsenin yanında cemaatle vakit namazına başlanırsa, namazını tamamlamadıkça cemaate iştirak edemez.
Kaza namazını evde kılmak daha uygundur. Çünkü bunu açığa vurmak Cenab-ı Hakka karşı bir cür'et sayılır ve başkaları için kötü örnek teşkil edebilir.
Kaza namazları üç kerahet vakti dışında her vakitte kılınabilir. Bunlar: Güneşin doğma, batma ve zeval (güneş tam tepedeyken) vaktidir.
Kaza namazıyla meşgul olmak nafile namazla meşgul olmaktan daha önemlidir. Fakat beş vakte bağlı olan sünnetler müekked olsun gayri müekked olsun bundan müstesnadır. Yani sünnetleri terk ederek, bunların yerine kazaya niyet etmek uygun değildir. Aksine bu sünnetlere niyet edilmesi daha uygundur. Hatta kuşluk ve teheccüd namazı gibi haklarında hadis bulunan namazlar da böyledir. Bunlara da bu şekilde nafile olarak niyet edilmesi evlâdır. Çünkü bu sünnetler farz namazlarını tamamlar. Ayrıca bunların telafisi mümkün değildir. Kaza namazlarının ise belirli vakitleri olmadığı için telafileri mümkündür. Farz namazlarını kazaya bırakarak günaha giren kimsenin, bu günahtan kurtulmak için sünnetleri feda etmesi uygun değildir. Böyle bir kimsenin fazla ibadet yaparak Yüce Allah'ın affına sığınması gerekirken, kendisi için Rasulullah (s.a.)'ın şefaatinin tecellisine vesile olacak bir kısım sünnetleri, nafileleri terk etmesi nasıl uygun olabilir? Hem farzları kazaya bırakmak hem de vakit namazlarını sünnetten tecrit etmek iki kat kusur olmaz mı? Fetvaya esas olan görüş budur. Bu görüş Ömer Nasuhi BİLMEN Merhuma aittir. Kaynak: Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN, Delilleriyle İslam İlmihali s.,388-393.

EFENDİMİZ ALEYHİSSELAMIN SON ANLARI

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)in son sözü, "namaz" oldu...


Resul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) vefat edeceği gün sabah vakti,

kendisinde bir hafiflik görüldü.

Yanındakiler sevinerek, iyidir diye ayrılıp işlerine gittiler.

Yanında yalnız kadınlar kaldı.

Böyle ümitle ferahlık arasında iken Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem);

– Kadınlar çıksın, bu melek yanıma girmek istiyor, dedi.


Herkes çıktı, yalnız Hz. Aişe kalmıştı.

Resul-i Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve sellem) başı onun kucağındaydı.

Meleği karşılamak üzere Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)oturdu.

O da evin bir köşesine çekilmişti.


Bir müddet melekle konuştuktan sonra tekrar Âişe Validemizi çağırdı ve başını onun kucağına koydu. Kadınlara da içeri girmelerini söyledi. Hz. Aişe, Resul-i Ekrem’e (sallallahu aleyhi ve sellem);


– Bu melek, Hz. Cebrail (aleyhisselam)a benzemiyordu, dedi.


Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:


– Evet, ya Aişe, bu, ölüm meleği idi.

Bana geldi ve “Allahu Teâlâ beni sana gönderdi ve iznin olmadan yanına girmememi emretti.

İzin vermezsen geri dönerim, izin verirsen girerim.

Ve yine sen müsaade etmeden ruhunu almamamı bana emretti.

Emrin nedir?” diye sordu.

Ben de kendisine “Cebrail gelinceye kadar benden uzaklaş” dedim.

İşte şimdi Cebrail’in gelme saatidir.


Hz. Aişe (r.a.) bunun üzerine, “Ne bir fikir yürütecek ne de bir cevaba muktedir olacak durumda idik.

Büyük bir felâketle karşılaşmış olarak dehşet içinde kaldık.

İşin önemine binaen kimsenin ağzından ses çıkmıyor, ehl-i beyt dehşet içinde bekliyordu.

Tam bu sırada Hz. Cebrail’in (aleyhisselam) kapıya geldiğini anladım. Selâm verdi, kadınlar çıktı.

Hz. Cebrail (aleyhisselam) girdi ve Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) e:


– Allah Teâlâ’nın sana selâmı vardır, kendini nasıl bulduğunu sana soruyor.

Şüphesiz O, senin nasıl olduğunu daha iyi bilir,

ancak senin kerem ve şerefini artırmayı ve ümmetin arasında örnek olmayı kast etmiştir, dedi.


Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)


– Kendimi sancılar içinde buluyorum, dedi. Hz. Cebrail de (aleyhisselam):


– Sana müjde olsun! Allah Teâlâ seni vaat ettiği mevkilere yükseltmek için bu acı ve sancıları sana vermiştir, dedi.

Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem);


– Ey Cebrail, ölüm meleği yanıma girmek için izin istedi, dedi ve olayı anlattı.

Hz. Cebrail (aleyhisselam):


– Ya Resulallah, Rabbin sana müştaktır, senden başka hiç kimseden böyle bir müsaade istememiş ve istemeyecektir.

Allah Teâlâ böylece senin şerefini tamamlamak istiyor, dedi.

Resul-i Ekrem(sallallahu aleyhi ve sellem) :


– O hâlde Azrail gelinceye kadar ayrılma, dedi.

Kadınların içeri girmesine izin verildi. Resul-i Ekrem, Hz. Fâtıma’ya:


— Yaklaş, diye buyurdu. Hz. Fatıma Resul-ü Ekrem’e doğru eğildi.

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona gizlice bir şeyler söyledi ve gözleri yaşlı olarak başını kaldırdı. Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) tekrar Hz. Fatıma’ya:


– Yaklaş, diye buyurdu. Bu defa da kulağına bir şeyler fısıldadı ve Hz. Fatıma (r.a.) gülümseyerek başını kaldırdı.


Tabii bu durum, Hz. Aişe başta olmak üzere odadaki kadınları meraklandırdı.

Hz. Aişe (r.a.) sonra bir fırsatında Hz. Fatıma’ya bu durumu sordu. O da:


– Birinci seferinde Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) bana, “Ben bugün ölüyorum” diye buyurdu ve ona ağladım.

İkinci seferinde, “Ben Allah’a dua ettim; ehl-i beytimden ilk olarak seni bana ulaştırmasını ve seni benimle bir arada bulundurmasını istedim” şeklinde buyurdu, buna da güldüm, dedi v

e oğullarını kendisine çekerek başlarını kokladı.


Tam bu sırada ölüm meleği geldi, selâm verdi ve içeri girmek için izin istedi.

İzin verildi, içeri girdi ve:


– Ya Muhammed, ne emrediyorsun, diye sordu. Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)


– Şu anda beni Rabbime ulaştır, buyurdu.

Hz. Azrail de (a.s.):


– Olur, seni bugün Rabbine ulaştırırım, çünkü Rabbin sana müştaktır.

Senin dışında hiç kimse hakkında böyle bir tereddüde meydan vermedi.

Senden başka kimseden izin almamı emretmedi.

Fakat senin saatin yakındır, dedi ve ayrıldı.

Bu sırada Hz. Cebrail (a.s.) gelerek selâm verdi ve:


– Vahiy dürüldüğü gibi dünya da benim için dürülmüş oldu.

Artık ne dünyanın bende bir ihtiyacı ve ne de benim dünyada bir ihtiyacım kaldı.

Bu, benim yeryüzüne son inişimdir, dedi.


Kimsenin ses çıkaracak durumu yoktu.

Hz. Aişe, Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek başını göğsü arasına aldı ve Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem)'in göğsünü tuttu.

Bu sırada Efendimiz kısa bir baygınlık geçirdi.

Sonra alnından inci tanesi gibi terler akmaya başladı.

Hz. Aişe terini sildi ve şöyle dedi:


– Böyle güzel koku hiç almış değilim. Sonra ayılınca:


– Anam babam sana feda olsun, bu terler ne idi, dedi.

Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)


– Mü’minin ruhu ter ile, kâfirin ruhu ise merkebin canı gibi ağız ve burun deliklerinden çıkar, buyurdu.

İşte ancak o zaman Hz. Aişe ve yanındaki kadınların aklı başına gelmişti,

korku dolu bir halde hemen erkekleri çağırdılar.


İlk gelen erkek, Hz. Aişe’nin babasının ona gönderdiği, kardeşi Abdurrahman’dı.

Ne yazık ki o bile Resul-i Ekrem’in hayatına yetişememişti.

Allah Teâlâ, Cebrail ve Mikail’i görevlendirdiği için vazifeyi onlar üzerlerine almışlardı da hiçbir erkek ölümü ânında yanında bulunamamıştı.

Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem)kendinden geçip baygınlık geçirdiği sırada da, sanki “Hangisini tercih ediyorsun?”

diye bir muhayyerlik içinde, “Hayır, Refik-i Â’lâ’yı istiyorum” buyurmuştu.

Dili açıldığı ve baygınlığı geçtiği vakit kadınlara döndü:


– Namaz, namaz;

zira siz namaza devam ettiğiniz müddetçe dine bağlısınız.

Onun için hepiniz namaza devam ediniz, buyurdu

ve “namaz, namaz” diye diye ruhunu teslim etti.





"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun."

(Tövbe, 119)

Dua Etmek ve Duaların Kabulü

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde pek çok kere, Allah’a gönülden teslim olan kullar olarak dua etmek ve Allah’ın yüceliğini ifade etmek emredilmiştir. Dua mana itibariyle çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek gibi anlamlara gelmektedir. Dua kulun Allah’a olan bir yönelişidir. Dua kul üzerinde psikolojik manada bir rahatlama, huzur ve gönül tatmini doğurur. Duada Allah ile kul arasında bir vasıta yoktur. Kul, Yaratanına halini arz eder ve niyazda bulunur. Bu yüzden kul açısından dua etmek oldukça önemli bir ibadettir.

Bizim için gerçek manada neyin hayırlı olacağını sadece Allah bilmektedir. Bizim zahiren hayır gördüğümüz ve istediğimiz bir şey aslında hayırlı olmayabilir. Bu durum pek çok insanın başına gelmiş ve gelmekte olan bir husustur. Bu yüzden Allah bazen bizim için hayırlı olmayacak bir şeyi nasip etmediği gibi hayırlı olacak olsa da kulunu sabır imtihanına tutmak için de nasip etmeyebilir. Tüm bunlardan dolayı dua etmekte ve Allah’a gönülden bağlanmakta ısrarlı ve samimi olmak gerekmektedir. Olaya dua ettim ama kabul olmadı şeklinde yaklaşmak bir mümine yakışan tavır değildir. Her şeyde hayır aramak ve tatmin olmak en doğru olanıdır. Duanın samimiyet içerisinde ve ne söylendiğinin bilinerek yapılması amacına daha uygun olacaktır.

Abdesti Bozan Şeyler

Abdesti Bozan Şeyler
Aşağıdaki hallerin her biri abdesti bozar:
1) Önden veya arkadan kan, irin, meni, sidik, gaita (necaset) gibi bir pisliğin veya herhangi bir sıvının çıkması, abdest ve gusülde yıkanması farz olan yere kadar taşmasa bile, abdesti bozar.
2) Arka taraftan yel çıkması.
3) Ağızdan ve burundan, ön ile arkadan başka, herhangi bir organdan sıvı halinde kan çıkması. Şöyle ki: Akıcı bir halde ağızdan çıkan kan, tükürükten fazla veya ona eşit ise, abdesti bozar, değilse, bozmaz. Bu renginden anlaşılır. Diğer yerlerden çıkan kan ise, çıkış yerinden yanlarına taşınca abdesti bozar. İğne ucu gibi çıkıp da yerinde kalan kan damlası abdeste engel olmaz. El veya parmak ile silinmesi de zarar vermez. Yaradan çıkan irin ve sarı sular da hüküm bakımından aynıdır.
Vücuttaki kabarcıklardan çıkan saf su da, sahih görüşe göre, kan hükmündedir. Diğer bir görüşe göre böyle bir suyun çıkması abdesti bozmaz. Bu görüşe uyulduğu takdirde, çiçek ve uyuz hastalıklarına tutulmuş olanlar için bir kolaylık vardır. Zaruret halinde bu görüşle amel etmekte bir sakınca olmadığı, İmam Hulüvanî'den nakledilmiştir.
(Şafiîlere göre, önden ve arkadan başka diğer herhangi bir yerden gelen kan, irin ve sarı su sebebiyle abdest bozulmaz.)
4) Ağız dolusu kusmak. Şöyle ki: Kolaylıkla yutulamayacak kadar ağızdan yemek, su ve safra gibi şeylerin gelmesi abdesti bozar. Bu maddeler bir mecliste azar azar gelip de bir ağız dolusu miktarına ulaşmış olsalar yine hüküm aynıdır. Abdest bozulur. Bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre, kusuntu başka başka meclislerde gelse bile, sebeb aynı olduğu takdirde yine abdest bozulmuş olur.
5) Az veya çok bir zaman bayılmak, çıldırmak, yürürken irade dışında sallanacak şekilde sarhoş olmak. Bu sarhoşluk bir zorlama sonucu olsa, yine hüküm değişmez.
6) Rükulu ve secdeli bir namazda iken mükellef bir insanın kasden veya sehven (yanılarak) uyku halinde olmaksızın, yanındakiler işitecek kadar kahkaha ile gülmesi, hem abdestini, hem de namazını bozar. Çocuğun veya uyuyanın kahkaha ile gülmeleri, sadece namazı bozar; abdesti bozmaz.
7) Çocuk doğurmak. Çocuğun doğması ile kan görülmese bile abdest yine bozulur.
8) Erkeğin hanımı ile aşırı derecede oynaşması da abdesti bozar. Kendilerinden bir sıvı çıksın veya çıkmasın hüküm aynıdır. Fakat Muhammed'e göre, bu durumda mezî gibi bir yaşlık çıkmadıkça abdest bozulmuş olmaz.
9) Erkeğin tenasül organına kaybolacak şekilde tıkanmış olan bir pamuğun, üzerinde ıslaklık olmasa bile, sonradan dışarıya çıkmış olması veya çıkarılması abdesti bozar. Yine bu organa tıkanmış olan ve bir kısmı dışarda kalan pamuğa sidiğin sirayet etmiş olması da abdesti bozar. İç kısımdaki yaşlık abdeste zarar vermez. Ancak pamuk dışarıya çıkıp düşerse, o zaman abdest bozulur. Çünkü az bir ıslaklık pamukta bulunmuş demektir.
10) Kadının tenasül organı içine veya dışına tıkanan bez veya pamuğun yaş olarak dışarıya çıkması veya çıkarılması abdesti bozar. Şöyle ki: Bu organın dış kısmına tıkanan pamuğun iç tarafı ıslanmış olunca, abdest bozulmuş olur. Pamuğun dışına ıslaklığın geçmesi şart değildir. Fakat bu organın iç kısmına tıkanan pamuğun dışarısına kadar yaşlık gelmedikçe, abdest bozulmaz.
11) Yan üstü yatarak, bağdaş kurarak, dirseklere dayanarak, ayakları yan taraftan çıkarıp oturarak, namaz dışında secde haline geçerek uyumak abdesti bozar. Yine oturur vaziyette uyurken yere düşmese bile, kıçı yerden kesilip yükselmiş olsa abdesti bozulur.
12) Çıplak hayvan üzerinde yokuş çıkarken uyumak. Ancak düz yolda veya yokuştan aşağıya doğru inerken hayvan üzerinde uyumak abdesti bozmaz. Palanlı ve eğerli hayvan üzerinde, hangi şekilde olursa olsun uyumak zarar vermez.
13) Teyemmüm etmiş olan bir kimsenin abdest alabileceği bir suyu görmesi ile abdesti bozulmuş olur.
14) Özür sahibi olanlar için namaz vaktinin çıkmış olması...99. maddeye bakınız.

Ashab-ı Kiram

Ca'fer-i Sâdık (r.a.)...


Ebu Abdullah lakabı ile anılan Ca'fer, Sâdık lakabının sahibidir. Hayatında hiç yalan konuşmadığı için bu lakabı almıştır. Ca'fer güleç yüzlü, tatlı söznü bir zattı. Başı büyükçe, cismi nurluydu. Teninin rengi beyaz kırmızı karışıoı pembesiydi. Büyükdedesi Hz. Ali (r.a)'ye çok benzerdi.


Altın silsilenin beşinci halkasını oluştwran Ca'fer-i Sadık, hem Hz. Peygamber (s.a)'in nesl-i pâkinden, hem de Hz. Ebu Bekir (r.a)'in. Babası Muhammed Bakır, Hz. Hüseyin'in torunu; annesi Ümmü Ferve Hz. Ebu Bekir'in torwnu ve altın silsilenin dördüncü halkası, olwşturan Kasım b. Muhammed'in kızıdır. 83h./702m. yılında Medine'de doğdu. Tebe-i tabiin neslinden pek çok tabiinden hadis aldı. Babası Muhammed Bakır, Ata, Urve ve Zühri'den rivayetlerde bulundu. Kendisinden de Şube, oğlu Musa Kazım, Yahya b. Said ve Ebu Hanife ve daha pek çok kiosenin rivayetleri vardır. Buhari dışında büvün küvüb-i sitte müelliflerinin kendisindgn rivayetleri bulunmaktadır. Büvün maddi ve manevi ilimlerle meşgwl. Maddi ilimlerde aklıyla maddeyi tasarrwfu altına alma özelliğine sahip. Kioya, fizik ve cebir ilimlerinde en önde. İslam'ın kalplerin keşfiyle meşgul olduğu kadar, akılla maddenin sırlarını keşfini emrettiğini gösterdi. Cebir ilminin oucidi sayılan Cabir b. Hayyam onun talebesi ve bu ilimde ondan çok şeyler öğrendiği nakledilir. Ayrıca tasavvwfi tefsir dediğimiz işarî tefsirde ilklerden.


Mşntehabat şeklinde bazı ayetlere yazdığı tasavvufi tefsir günüoüze ulaşmÿştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife ile çağdaş, aynı yaşlarda olduklarına bakınırsa, iddia edildiği gibi İmam-ı Azam'ın üvey babası olma ihtimali uzaksa da dostnuk ve yakınlıkları biliniyor. Hatta Ebu Hanife'nin onu tanıfıktan sonra hayatında meydana gelen manevi değişikliğe işaret için:


"Son iki yıl olmasaydı, Numan helak olurdu" dediği söylenir.


H.148/M.765 yılında vefat eden Ca'fer-i Sadık, Cennevü'l-Baki mezarlÿğına babası Muhammed Bakır ve dedesi Ali Ze{nelabidin ile dedesinin amcası Hz. Hasan b. Ali'nin kabirleri yanına defnedildi. Cennetü'l-baki'de bununan oezarlar düzleninceye kadar özellikle İranlılar tarafından çokça ziyaret edilirdi. Çünkü İranlÿların Mezhebi Ca'feriyye ona nisbet edilir.

Anne ve Babanın 80 Hakkı

İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:

Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalble, onu da para iledir.


Bedenle olan hakları:

1- Hizmet ederek rızalarını almak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]


(Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]


(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.) [Tirmizi]


Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:

- Niçin yükle tavaf ediyorsun?

- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.

- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.


Ana-babaya hizmette kusur etmemelidir. Hz. İbni Abbas, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert, kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.

Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ.Gazali]


(Önce annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesai]


(Veysel Karani’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nasıhin]


(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)


Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir.


Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gidilmez. (Bezzâziyye)


Hz. Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hz. Musa da işitir. Kasaba, (Müjde, Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)

Îlâhi Peygamberler ve Peygamberimiz

İslâm inancına göre, "peygamberlik", Allah'ın kullarına en büyük lûtfudur. İnsanlık derecesinin en yüksek pâyesidir. Peygamberlik makamına hiç kimse, kendi zekâsıyla, kendi irfanıyla, kendi gayretiyle ulaşamaz (10).

Peygamberlik Allah vergisidir. Cenâbı Hak, kimleri lâyık görürse, peygamberlik vazifesini onlara verir (11). Peygamberlik rütbesi, yüksek bir dağın tepesine benzer. İnsan o dağın eteğinden çıkmağa başladığı zaman, tepesinin pek yakın olduğunu zanneder. Fakat, yükselmeğe devam ettikçe varmak istediği tepenin daha ileride bulunduğunu anlar. Bu yolda ne kadar yükselirse yükselsin, asıl tepeye varamaz. İrfan sahipleri, seviyelerini ne kadar yükseltseler, peygamberlik makamına ulaşamazlar. Bilgileri yükseldikçe, peygamberlik mertebesinin daha da yükseklerde bulunduğunu görürler. Artık, ona yaklaşılamayacağı kanaatine varırlar (12).

İşte bu yüksek vazifeye Allah'ın bir ihsanı olarak nail olan büyük insanlara nebî veya resûl ve peygamber isimleri verilir.

Peygamberler, Allah ile kullar arasında birer elçidir. Fakat, diğer insan!ar gibi birer insandır. Ancak, masum ve doğru insanlardır. Hiç yalan söylemezler. Kimseyi aldatmazlar. İnsanların en akıllısıdırlar. Kalbleri hakikatin nuruyla doludur. Günah işlemezler. insanlar içinde peygamberlerden başka masum kimse yoktur. Hiçbiri kendilerinin insandan başka bir şey olduklarını iddiâ etmemişlerdir, yalnız Allah'tan aldıkları emirleri, doğru olarak bildirmek vazifesiyle görevli bulunduklarını açıkça söylemişlerdi .

ORUÇ İLE İLGİLİ AYETLER

1) Ey iman edenler! oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Bakara( 2) 183

2) Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Bakara( 2) 184

3) Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. Bakara( 2) 185

4) Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar. Bakara( 2) 187

5) Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursanız kolayınıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç veya sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayına gelen bir kurban kesmek gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdırBakara( 2) 196

6) Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Nisa( 4) 92

7) Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz! Maide( 5) 89

8) Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır. Maide( 5) 95

9) (Bu alış verişi yapanlar), tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele! Tevbe( 9) 112

10) "Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım." Meryem( 19) 26

11) Müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Ahzab( 33) 35

12) (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır. Mücadele( 58) 4

13) Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadef eden, oruç tutan, dul ve bâkire eşler verebilir. Tahrim( 66) 5


Elimden Geleni Yaptım.Allah'a Emanet Olun Arkadaşlar.

132 Güzel Ahlak

Güzel Ahlak


“Güzel ahlak imanın yarısıdır.”H.Şerif حسن الخلق نصف الايمان


1-İhsan:İyi davranma,karşılıksız verme,Allah’ı görür gibi ibadet etmek


2-İhlas:Katışıksız,şirkten,riyadan,ucubdan uzak, ibadeti Allah için yapmak


3-İsar:Nimette mü’min kardeşini tercih,külfette kendini ondan öne geçirmek


4-Sünnet’e tabi olmak


5-İstikamet:Kur’an ve Sünnet çizgisinde olmak


6-İbadet ve maişette orta yolu tutmak:Peygamberimizin Sünneti’nde haber verdiği şekilde ibadette bulunmak.Bunu aşmak iktisadı-orta yolu- bozar.İfrat ve tefritten uzak ibadet.Maişet konusunda ne cimri ne de savurgan olmak.


7-Kendi nefsinin ayıpları ile meşgul olup başkalarının ayıpları ile uğraşmayı terketmek.


8-İnsaf sahibi olmak:Fıtratı zorlamamak.İşçisine,hizmetçisine,hayvanına insaflı davranmak.


9-Bazen ruhsatlarla amel etmek:Ruhsatla amel bazen farz bazen vacip bazen de müstehap olur.


10-İnanılması gereken inanç esaslarına teslimiyetle iman:Te’vil ve yorum ile hakikati saptırmamak.

Cuma Namazı

uma NamazıCuma, müslümanlarca bir bayram günüdür. Bu mübarek günde müslümanlar mabetlerde toplanırlar. Okunacak hutbeleri dinleyerek faydalanırlar. Hep birlikte cuma namazını kılarlar. Sonra ya başka ibadetlerle uğraşır veya ziyaretlerde bulunur yahut günlük işleri ile uğraşmaya koyulurlar.

Bir hadis-i şerifde buyuruluyor:
"Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün, cuma günüdür. Adem aleyhisselam O gün Cennet'e konulmuş, O gün Cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de o gün kopacaktır."
Bütün bu olaylar, nice hayırları ve; hikmetleri toplamaktadır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretleri zamanında Medine'ye yakın bulunan "Salim İbni Avf" yurdunda "Ranuna" denilen vadi içerisinde "Beni Salim Mescidinde" ilk cuma hutbesini okumuş ve ilk cuma namazını kıldırmıştır.
Cuma namazının vakti tam öğle namazının vaktidir. Cuma namazı için minarelerde ezan okunur. Camilere gidince önce aynen öğle namazının sünneti gibi, dört rekat cumanın ilk sünneti kılınır. Ondan sonra cami içinde bir ezan daha okunur. Minberde cemaata karşı bir hutbe okunur. Bu hutbeden sonra ikamet alınarak cumanın iki rekat farzı cemaatle aşikare okuyuşla kılınır. Bir farzdan sonra yine öğlenin ilk dört rekat sünneti gibi, cumanın son dört rekat sünneti kılınır. Bundan sonra da "Zuhrü ahir" diye dört rekat namaz kılınır. Bu son öğle namazı, öğlenin dört rek'at farzı gibi kılınmakla beraber sünnetlerde olduğu gibi dört rek'atın hepsinde fatihadan sonra sûre okunması daha iyidir. Arkasından da "Vaktin sünneti" niyeti ile aynen sabah namazının sünneti gibi iki rekat namaz daha kılınır.
Cuma şartlarını kendilerinde toplayan kimseler için iki rekat cuma namazı "Farz-ı ayın"dır. Cuma namazının diğer namazlardan başka olarak kendisine özgü on iki şartı daha vardır. Bunların altısı vücubunun (farz olmasının), diğer altısı da edasının şartlarıdır.
Kaynak: Büyük İslam İlmihâli, Ömer Nasuhi Bilmen

Peygamberimizin Gençliği

Seyahatleri, Ficar Muharebesi ve Hılfülfudûl
Sekiz yaşında, Rasûl-i Ekrem'in hayatında yeni bir devir başladı. Yirmibeş yaşına kadar sürdü. Bu devrede, Hazreti Peygamber, amcası Ebûtâlibin himayesinde bulunuyordu.

Mekkeliler ötedenberi ticaretle uğraşırlar, çocuklarını da, küçük yaşta ticaret hayatına alıştırırlardı. Bilhassa kış mevsiminde Yemen'e, yazın ise Şam'a ticaret kervanı gönderirler, bu suretle senede iki defa seyahat ederlerdi:

Kureyşi (Kâ'benin muhafızı olduklarından) selâmete ve kışın ve yazın kendilerini seferde ülfetlere (hürmet görmeğe) kavuşturduğundan, şu Beytin Rab-bine ibâdet etsinler. (85).

Ebûtâlibe de Mekkeliler gibi, ticaretle meşgul oluyordu. Yeğenini de ticarete alıştırdı. Ancak, seyahate başlamazdan önce peygamberimiz, hayvan da gütmüştü. Fakat çobanlık, Arablar arasında âdî bir meslek sayılmazdı. Eşrafın da zenginlerin de çocukları hayvan güderlerdi. Rasûl-i Ekrem bile, kendisi hayvan güttüğünden bahsetmiş, hattâ bir kır gezintisinde, ashâbının karadut topladığını görünce:

— "Bu dutlar, ne kadar kararırsa o kadar tatlanır. Bunu keçileri güderken öğrenmiştim." buyurmuştu: (86). Ne yazık ki, batılı yazarlar, Rasûl-i Ekremi, gûya küçük düşürebilmek için, ''çobanlık" ettiğini ileri sürmüşler, konuyu lâyıkıyla kavra-yamamış bulunan bazı müelliflerimiz de, Avrupalıların bu sakat görüşlerini benimseyerek, kendilerini aynı hataya düşmekten kurtaramamışlardır (87).

Hazreti Peygamber, gençlik çağında başlıca, ikisi Suriye tarafına biri Yemen'e olarak üç defa, Mekkelilerin senelik kervan seyahatlerine katılmıştı: Suriye seyahatinin birincisinde oniki yaşında, ikincisinde yirmibeş yaşındaydı. Yemen seyahatinde ise, onyedi yaşında bulunuyordu.

Birinci Suriye seyahatini, amcası Ebûtâlib'in himayesinde yaptı. Ticaret kafilesinin yolu, Şam'ın 90 kilometre güneyinde, (Havran şehirlerinden) Busrâ (Eski Şam) şehrine uğramıştı. Rivayete göre, burada ticaret kervanı, papaz Bahîre ile karşılaşmış, Tarihler Rasûl-i Ekrem'in bu seyahatini, çeşitli şekillerde anlatırlar. Bir tane örnek verelim.

— Kervan gelirken, Bahîra görür ki, kervanla beraber bir bulut dahi geliyor. Bir ağacın altına kondukta, bulut dahi o ağacın üzerinde duruyor. Ağaç hayli zamandanberi kuruyup kalmışken, derhal yeşillenmiş. Bahîra hemen bir ziyafet tertip etti. Ebûtâlibi arkadaşlarıyla birlikte manastırına dâvet etti. Rasûl-i Ekremin ahvalini anlamak için soracağı şeyleri sordu. Aldığı cevaplar kendisinin kanaatini teyid etti. Hemen bir bahane ile O Hazretin arkasını açıp Hâtem-i Nübüvveti gördü ve kemâl-i edeple öptü. Ve dedi ki: Yâ Ebâtâlib! Bu çocuk, enbiyânın hâtemidir. Şam yahudileri içinde Onun evsafını bilir ve alâmetlerinî tanır kâhinler vardır. Şayet ki, ihanet kaydına düşeler. Sen Onu Şam'a götürme. Buradan geri çevir. Ebûtâlib malını Busrâ beldesinde sattı ve hemen geri gitti (88)..

"Asr-ı Seâdet" der ki:

"Margolioth, Draper, W. Muir ile sair hıristiyan muharrirler, Hazreti Muhammed'in bu rahip ile görüşmesini, hıristiyanlığın eşsiz birzaferi sayarcasına hareket ederler ve Hazreti Peygamberin dine aid bütün hakikatleri bu rahipten öğrendiğini, İslâm dinini de bu rahipten öğrendiklerine istinad ettirdiğini söylerler... Rivayetin aslında rahip Bahîranın Peygamberimize bir şey öğrettiği naklolunmamıştır. Eğer, oniki yaşlarındaki bir çocuk, bütün dinî hakîkatleri ve itikadları kavrayacak kabiliyetteyse, Onun Bahîra nam rahipten bir şey öğrenmeye ihtiyacı kalır mıydı? Esasen, on iki yaşındaki bir çocuğun bütün dinin inceliklerini kavrayabileceğini hangi akıl kabul eder?

Bahîraya aid bu rivayet doğru değildir. Çünkü, onu rivayet edenlerin hiçbiri hâdiseye şahid olmamıştır. Rivayetin bütün sakatlıkları, İslâm ulemâsı tarafından gösterilmiş ve tedkikat neticesinde, bu rivayetin değersizliği anlaşılmıştır. "Zehebî", bu rivayetteki birçok noktaların uydurma olduğunu söyler'...

Esasen bu rivayetin aslı olsaydı ve Hazreti Peygamber, bütün dîni rahip Bahîradan öğrenmiş bulunsaydı, hıristiyanlığın teslîs (üçüzlü Tanrı) akîdesini azamî şiddetle reddeder ve Tevhîd (Tek Tanrı) akîdesini bu derece kuvvetle ve Kur'anın gösterdiği şekilde sağlar mıydı?" (C:1, S: 198)

Mahmud Esad Efendi de şu mütâlâada bulunuyor: -Faraza, katilenin gözü önünde böyle bir mesele konuşulmuş olsaydı, kervan halkı bunu da ağızdan ağıza nakleder, sonra Peygamberlik dâvâsına kalktığı zaman, Hazreti Muhammed'e karşı silâh olarak kullanırlardı." (89)..

Halbuki o zaman Suriye, Bizans (Doğu Roma) imparatorluğu sınırı için-de bulunuyordu. Bizansın resmî dini hıristiyanlık, mezhebi de Ortodoks veya Rum kilisesiydi. Ortodoks mezhebi de çeşitli kollara ayrılmış bulunuyordu. İznik Konsili (büyük Papazlar Meclisi), Bizans için: (Baba-Oğul-Rûhul-kudüs olmak üzere) üçüzlü Tanrı sistemini kabûl etti (325). Hazreti îsâ'da: "Tanrılık - insanlık" olarak iki varlık bulunduğunu ve bu iki varlığın birbirinden ayrılmayacağı kanaati, resmî din olarak kabûl edildi. Fakat, bu resmîdin yanında, Arius mezhebi, nastorius mezhebi, Ötikes mezhebi gibi mezhebler de vardı.

Bunlardan, İskenderiyye piskoposu Arius, Îsâ’nın tanrılığını inkâr ettiği için, İznik Konsili tarafından aforoz edilmiş (dinden çıkarılma cezası verilmiş) idi. (325). Arius mezhebi ancak, Mısır ile kuzey Afrika'da yayılabilmişti.

Yine İstanbul patriklerinden Nastorius, Îsâ’da "Tanrılık - insanlık" gibi iki cevher var, bu iki cevher birbirinden ayrıdır. Meryem, Îsâ’da bulunan insanlık cevherinin anasıdır, itikadını ileri sürdüğü için, Efes Konsili tarafından aforoza uğradı (431). Irak ve Elcezîre bölgeleri Nastûrî oldu.

Ötikes adındaki papaz da, Îsâ’nın en kuvvetli tarafı Tanrılıktır. İnsanlık ise, bizim bildiğimiz insanlık değildir, demiş, Kadıköy Konsili de Ötikes'i aforoz etmiştir (451).

Değerli meslektaşımız merhum Ali Rıza Sağman der ki:

— Bahîra Nastûrî idi. Bunun neresi monoteist, yani tevhîdci? "Îsâ’nın yarısı Tanrıdır" diyen bir insan, tevhîdci olur mu? Tevhîdin aslını kuran Hazreti Muhammed'e, kimi hoca yapıyorlar... Bakın!..(90)

Bağdatlı Mes'ûdî (ölümü: 346), "Ahbâruzzamân ve Mürevvicüzzeheb" adlı eserinde: — Rahip Bahîra, nasraniyyetin nastûriyye mezhebindeydi." diyor.

Esasen Busrâ manastırında (rahip ve rahibelerin hususî yerleri) bulunan rahip Bahîra'nın vazifesi, oraya gelmiş bulunan ticaret kafileleriyle temasa geçerek onlara hıristiyanlığı telkin etmekten ibaretti. Ebûtâlib'in mallarını Busrâda satarak geri dönmesi için, Bahîra'nın tavsiyesine lüzum bile yoktu. Çünkü Busrâ, Arablarla Yunanlılar arasındaki mübadelelerin en belli başlı merkeziydi.

Bir İngiliz yazarı Bodley şu mühim bilgiyi veriyor:

— Busrâ denilen yer, Yunan tâcirlerinin Arablarla trampa yapmak maksadıyle geldikleri bir yerdi.

Busrâ pazarına yakın bir yerde hıristiyan olan Nastorıyan keşişlerinin bir manastırı vardı. Bu manastırda oturanlar, Ebûtâlib'i tanıyorlardı ve kendisiyle yeğenini misafir olarak almayı teklif ettiler. Keşişlerden ismi "Bahîra" olan biri, Hazreti Muhammed'e karşı hususî bir alâka duydu. Ona Hazreti Îsâ’nın dininden bahsetti. Putperestliği itham ve tel'în etti. Hazreti Muhammed dinledi."

Draper'in şu sözlerine de dikkat edelim: — Bu talihsiz fakat zeki talebe, Bahîra'nın yalnız akaidini değil, felsefî fikirlerini de öğrendi. Hazreti Muhammed'in sonraları takip ettiği hatt-ı hareket, Onun Nastûrî (?) akaidini ne kadar kavradığını gösterir?!" Bu satırları yazan Draper, Nastûrî akîdesinde:

Îsâ’nın yarısı Tanrı olduğunu, müslümanlığın rûhu ise: Tevhîd (Tek Tanrı) itikadı bulunduğunu acaba unutuyor mu? Yoksa, böyle olduğunu kavrayamamış mı?!..

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, onyedi yaşlarında, Ebûtâlib'in müsaadesiyle Yemene de gitti. Bir Mekkeli ticaret kafilesiyle yaptığı bu Yemen seyahatin-de, diğer iki amcası Zübeyr ile Abbâs da beraberinde bulunmuşlardı.

Yirmibeş yaşlarında da Hazreti Muhammed –sallallahu aleyhive sellem- ikinci bir Suriye seyahati daha yaptı. Bu seyahatte Rasûlullah, Hazreti Hadîce'nin mallarını satmayı kâbul etmişti. Ortağı olarak hareket ediyordu. Üç ay devam eden bu ikinci Suriye seyahati, Hadîce ile Peygamberimizin evlenmesine vesile oldu.


Daha yirmi yaşındayken, Rasûl-i Ekrem "Ficar" savaşına katılmıştı. Ficar savaşı, kan dökülmesi yasak olan aylarda çıkan harblere denirdi.

Cahiliyyet devri, Arabları arasında iç savaşları hiç eksik olmazdı. Yalnız "Harâm ayları" denilen dört ayda harb yapılmazdı. Harâm ayları, âdetâ mütareke aylarıydı. Panayırlar bu aylarda toplanır, şairler şiir yarışlarına katılırlar, tâcirler mallarını mübadele ederler, yahudiler, hristiyanlar ve puta tapıcılar din propagandalarını yaparlardı. Herkes, hünerini serbestçe ortaya dökerdi.

İşte, böyle sulh ve ticaret devresinde, Arablar arasında birdenbire bir harb koparsa, böyle savaşa fâcirâne sayıldığı için, "Ficâr savaşı" adı verilirdi.

Rasûl-i Ekrem'in iştirak etmiş bulunduğu Ficâr harbi, Kureyşîlerle Hevâzin kabilesi arasında çıkmıştı:

— Irakta yaşayan Hîre hükümdarı Nu'mân, her sene bir ticaret kafilesi hazırlar, Ukâz panayırına katılırdı. Kureyş kabilesinden Kinâneoğullarından Berrâd, bu ticaret kafilesinin himayesi işinin Kinâne oğullarına bırakılmasını Hîre hükümdarına teklif etti. Aynı teklifi, Hevâzin kabilesinden Urve de yaptı. Hattâ Urve, Hîrenin bu ticaret kafilesini, necid yoluyla Hicaza ulaştıracağını bile bildirdi. Bu iki teklif karşısında Hîre Emîri Nu'mân, Hevâzinli Urve'nin teklifini tercih edince, Kureyşli Berrâd kıskandı. Urve'yi öldürerek kafileyi aldı. Bu facia, Hevâzin ile Kureyşin arasını açtı. Ficar savaşına sebep oldu.

O zaman, Hevâzinliler intikam silâhına sarıldılar. Kureyşlilere saldırdılar. Ficâr harbi dört yıl sürdü. Çöl sulhüyle sona erdi: (93).

Çöl sulhüne göre, iki tarafın harb ölüleri sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla gelirse, o tarafa ölülerinin sayısı 'kadar "diyet" verilecek. Kureyş kabilesi, Hevâzinlilere yirmi kişinin diyetini vermek zorunda kaldı. Kinâneli Berrâd da şekavet örneği ilân edildi.

Rasûl-i Ekrem, amcalariyle birlikte bu savaşta bulunmuş fakat, hiç kimsenin kanını dökmemişti. Yalnız, atılan okları toplar, amcalarına verirdi.

İbn-i Hişâm, "Rasûl-i Ekremin bu savaşta kimseye karşı silâh kullanmadığım" bildiriyor. İmam Süheylî ise, "Hazreti Peygamberin muharebeye iştirak edebilecek yaşta bulunduğunu, fakat, savaşa katılmadığını" söylemiştir.

Kureyşîlerle Hevâzin kabilesi arasında çıkan Ficâr savaşı, Mekke'yi pek fecî bir hale sokmuştu: Bu harb yüzünden, Mekke'de pek çok insan ölmüş, aileler perişan olmuş, asayiş adına memlekette hiçbir şey kalmamıştı: Artık, hiç kimse malından, canından ve şerefinden emin değildi. Hele hariçten Mekke'ye gelenlerin malları açıkça yağmalanıyordu.

işte. Mekke şehrinin böyle buhranlı bir zamanında, Yemenlilerden biri, büyük bir haksızlığa uğramış, bütün malı, Âs İbn-i Vâil tarafından gasbedilmışti: (94)

Bu haksızlığa dayanamayan Yemenli, Mekke dağlarından "Ebû Kubeys" e çıktı. Feryada başladı. Bütün kabilelerin yardımını istedi.

Yemenlinin bu feryadı üzerine, Hazreti Peygamberin amcası Zübeyr, Kureyşin kollarını çağırdı. Peygamberimizin bağlı bulunduğu Hâşimîler, annesi, Âmine'nin mensup bulunduğu Zühreoğulları, Hazreti Hatice’nin kabilesi Esedoğulları, Hazreti Ebûbekir'in kabilesi Temîmoğulları ve diğer Abdüluzzâ oğulları dâvete icabet etti, "Abdullah İbn-i Cüd'ân'ın evinde toplanıldı. "Mekke içinde yerli ve yabancı hiç kimseye zulüm yapılmamasına" karar verildi. "Herhangi bir haksızlığa uğrayanlara da yardım edilmesi için" yemin edildi. Toplanan bu derneğe ve yapılan bu yemine, eski Fadılların hâtırasını yaşatmak için, "Hılfülfudûl" adı verildi.

Vaktiyle Hılfülfudûl cemiyyeti, ilk defa "Curhümîler" zamanında kurulmuştu. Cemiyyeti kuranlar: Fadl, Fudayl, Mufaddala isimlerinde üç kabile reisiydi.Bunlar, kabileleriyle birlikte toplanmışlar, "Mekkede hiçbir zulme meydan vermeyelim. Zayıfların haklarını adalet üzerine alıverelim!" diye yemin etmişlerdi. Bu üç kabile reislerinin yeminlerine "Hılfülfudûl" (Fadılların Yemini) denilmişti.

Zaman geçmiş, Fadılların bu yemini unutulmuş Kureyşîlerin devrinde, hele Ficâr savaşından sonra, Mekke'de zulüm ve haksızlık büsbütün artmıştı. Yemenlinin şikâyeti üzerine, Hılfülfudûl cemiyyeti, ikinci defa kuruldu. Tekrar canlandı. "Âs ibni Vâir'den "Yemenli"nin hakkı alındı. Mekke'nin asayişi de tekrar yerine getirilmiş oldu.

Rasûl-i Ekrem, bu adalet cemiyyetinde, yirmi yaşlarındayken bulunmuş, son derece hoşnutluk göstermişti. Hattâ, memnun olduklarını da, Peygamberlik devrinde, sahih bir hadîsleriyle ifade buyurmuşlardı. "Hılfülfudûl" cemiyyeti hakkında, ehl-i meğâzînin reisi İbn-i İshâk (151/768) ile İbnül Esîr (630/1232) ve İbn-i Haldûn (808/1406) yeter derecede bilgi vermektedir (95)..

NAMAZIN ŞARTLARI

1) Sıkışık abdestle namaz kilmak
2) Namazda elbise veya bir baska yerle oynamak
3) Namazda bir yere dayanmak
4) Gerinmek veya esnemek
5) Parmaklari çitlatmak
6) Özürsüz bagdas kurmak
7) Insan yüzüne karsi kilmak
8) Kiraatta, Kur'an-i Kerimdeki siraya uyulmamasi. Bir sure atlamak
9) Erkeklerin secde ederken kollarini tamamiyla yere dösemeleri
10) Tek ayak üzerinde durmak veya bir ayagi yerden kesmek ve digerine dayanmak
11) Namazda daha selam vermeden terleri veya yüze dokunmus olan topraklari silmek
12) Namaz içinde, verilen selami el veya bas isaretleriyle almak
13) Ikinci rekatta birinci rekata göre daha uzun okumak
14) Yanmakta olan atese dogru namaz kilmak....

Resulullah Hakkında - Bunları Biliyor muydunuz?

Bu bölümde sizlere Efendimiz(sav)’den bazı bilinmeyen, az bilinen yönleriyle bahsetmek istiyoruz. İnşallah siyere dair eserleri hallaç ederek devamlı yenileyeceğimiz bu bölümü de beğeneceğinizi umuyoruz.




*** ***


·Peygamberin(sav) babaannesinin isminin Fatıma olduğunu...

·Hz.Peygamberin öz amcalarının Ebu Talib ve Zübeyr olmak üzere iki tane olduğunu, diğer amcalarının üvey olduğunu...

·Hz.Abbas’ın Efendimizden 3 yaş büyük olduğunu...

·Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe’nin Efendimizin(sav) ilk süt annesi olduğu gibi, Hz Hamza’nın da süt annesi olduğunu ve Efendimizin (sav) bu aziz amcası ile aynı zamanda süt kardeş olduğunu...

·Annesi Amine’nin Efendimizi(sav) ancak 1 hafta emzirdiğini...

·İbn-i Abbas’tan nakledildiğine göre Cenab-ı Hakk’ın Peygamberler arasında Kur’an’da sadece Hz.Peygamberin(sav) hayatına yemin ettiğini (Hicr-72)

·Ömer bin Abdülaziz’in Resulullah’ın(asm) eşyalarını bir eve toplayarak müze yapıp, sergilediğini... Sergilediği eşyanın ise iple örülmüş bir sedir, içi hurma lifi ile doldurulmuş bir çanak, su bardağı, elbise, el değirmeni, başına sardığı bir kadife ve giyim eşyasından ibaret olduğunu...

·Peygamberimizin meşhur devesi Kasva’yı hicreti sırasında 400 dirheme aldığını, ona kesik kulak (kasva) adını bizzat verdiğini ve hayatı boyunca ondan çok memnun kaldığını...

· Uhud’da bir kılıç darbesiyle mübarek yüzü kanla kaplanan Allah Resulünün (sav) “Peygamberinin yüzünü kana bulayan bir topluluk nasıl kurtulur ve mutlu olur?” dediğini...

·Mute’ye giden orduya katılan ama Efendimiz(sav)in arkasında son bir Cuma namazı kılmak için Medine’de kalan Abdullah bin Revaha’ya : “Yeryüzü dolunca sadaka dağıtsan, onların bir sabah namazında elde ettikleri ecr ve mükafatı elde edemezsin” denilince bu zatın hemen yola çıkıp arkadaşlarına yetiştiğini...


Hz.Enes’ bin Malik’in “Sevgili Peygamberimi rüyada görmediğim gece olmuyor” dediğini.

•Ebu Said adlı sahabenin “Resulullah’ı toprakta görünce kalplerimiz burkuluverdi" dediğini..

•Abdullah bin Zübeyir’e göre insanlar içinde Resulullah’a en çok benzeyenin torunu Hz.Hasan olduğunu.

•Resulullah’ın “Beni Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe,Tekvir sureleri ihtiyarlattı" buyurduğunu.

•”Siz bu ayetlere mi hayret ediyor,gülüyor da ağlamıyorsunuz” ayetleri(Necm:59-60) nazil olduğu zaman Suffa ashabının yanakları ıslanıncaya kadar gözyaşı döktüğünü,iniltileri Resulullah’a(sav) ulaşınca onun da onlarla ağladığını.

•Hz.Enes’in “Ensardan yirmi genç Resulullah’a hizmet için ondan ayrılmazlardı. Peygamberimiz bir iş görmek istediği zaman onları gönderirdi" dediğini.

·Peygamber efendimiz(sav)in yolculuklarına Perşembe günü dışında çıktığının pek nadir olduğunu, ekseriyetle Perşembe gününü tercih ettiğini...

Amcası Ebu Talib’in Resulullah daha gençken ve kendisine nübüvvet verilmeden evvel O’nun hakkında bir şiirinde “Tertemiz yüzü aşkı için yağmur talep edilen, dulların hamisi, yetimlerin sığınağı” dediğini.

•Resulullah’ın dedesi Abdülmuttalib’in uzun boylu, sarışın ve sevimli bir sakal sahibi olduğunu.

•İbn-i Habib adlı müellifin “Ümmehat-un Nebi” adıyla bize 20 nesil boyunca Resulullah’ın ninelerini gösteren calib-i dikkat bir çalışma bıraktığını

•Resulullah’ın(sav) yedi yaşında bir göz hastalığına tutulduğunu, Mekke’nin tabibleri soruna çözüm bulamayınca, Ukaz civarındaki bir Hristiyan tabibin hazırladığı ilaçla iyileştiğini.

•Belazuri’nin nakline göre Efendimiz(sav) gençliğinde bir gün amcaları Ebu Talib ile Ebu Leheb kavga ederken, Ebu Leheb’in Ebu Talib’in üzerine çıkıp onu hırpalaması üzerine koşarak onu ittiğini. Bunun üzerine Ebu Talib’in Ebu Leheb’in üzerine çıkıp onu bir güzel dövdüğünü...Kavga bittikten sonra Ebu Leheb’in “Ya Muhammed. Ben de Ebu Talib gibi senin amcanım. Yapacağını bana yaptın. Niçin ona da aynı şekilde hareket etmedin? Neden? Vallahi gönlüm seni asla sevmeyecek, asla” dediğini…

•Efendimiz’in(sav) dedesi Abdülmuttalib’in Ramazan ayında Hira mağarasına inzivaya çekilip kapandığını.

•Resulullah’a bir keresinde deve üzerinde iken vahy geldiğini, Efendiler Efendisinde(sav) oluşan ağırlık etkisiyle devenin bacaklarının neredeyse kırılacak hale geldiğini

•Hz.Ebu Zer’in Efendimiz(sav)’i bulmak için geldiği Mekke’de Kureyşlilerce çok kötü dövüldüğünü. Hatta “Kendime geldiğimde akan kanlarla kızıla boyanmış bir puta döndüğümü gördüm”dediğini…

•Ukbe bin Muayt adlı bir kafirin Mekke döneminde Resulullah Kabe’de namaz kılarken,elbisesiyle onu boğmaya çalıştığını.

•İlk tebliğ yıllarında Müslümanların alabildiğine zorlandığını...Hatta Sad bin Ebi Vakkas’ın “Bütün bir yıl boyunca İslam’ı saklamaya çalıştık.Ve namazlarımızı kapılar arkasından sürgülü olduğu halde evlerde ve şehir civarındaki dağ aralıklarında kıldık” dediğini •Altıncı Müslüman olan Sad bin Ebi Vakkas’ın aynı zamanda Allah yolunda ilk kan döken Müslüman olduğunu

biliyırmuydunuz

EFENDİMİZ(s.a.s.)'in ölümle ilgili birkaç hadisi

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmaktadır:

"Lezzetleri kesip yıkan ölümden çokça bahsedin!"

Hadisin mânâsı: "Onu anmakla lezzetleri bulandırın ki lezzetlere olan meyliniz kesilsin. Dolayısıyla ALLAH'a yönelmiş olasınız!"

Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur:

"Eğer hayvanlar, ölüm hakkında ademoğlunun bildiğini bilseydiler insanlar onlardan semiz bir et yiyemezlerdi." (Beyhâkî)

Hz. Âişe (r.a.) şöyle sordu: "Ey ALLAH'ın Rasûlü! Şehidlerle beraber haşrolunacak bir kimse var mı?" Hz. Peygamber cevap olarak şöyle dedi.

"Evet! yirmi dört saatte yirmi defa ölümü anan bir kimse!"

Bütün bu faziletlerin sebebi ölümün anılmasındandır. Ölümün anılması da aldanış evinden uzaklaşmayı ve ahiret için hazırlıklı bulunmayı gerektirir. Ölümden gaflet ise; insanı, dünyâ şehvetlerine dalmaya davet eder.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Mü'minin hediyesi ölümdür" Bunu şu hikmete binaen söylemiştir. "Dünya mü'minin hapishanesidir. Çünkü mü'min, dünyada nefsinin şiddetinden, şehvetlerinin riyazetinden, şeytanın müdafaasından ötürü sıkıntıdadır. Bu bakımdan ölüm onun için bu azaptan kurtulmaktır. Kurtuluş ise, onun hakkında hediyedir; zira Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Ölüm her müslüman için kefarettir." Enes'in rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur.

"Ölümün zikrini çokça yapın! Çünkü ölümü anmak günahtan siler. Dünyayı gözünüzde küçülterek kıymetsiz kılar. Ayırt edici olarak ölüm kafidir. Vaiz olarak ölüm yeter."

Ateizm (Tanrıtanımazlık) Psikolojisi ve Propagandası

Hz. Adem’den itibaren gönderilen dinlerin insani kabul ve inançlar ile karışmalarından dolayı tarih boyunca inançsızlık ya da yanlış inanç üzerinde olma hali var ola gelmiştir. Son dinimizin kaynağı Kur’an-ı Kerim’in insan müdahalesinden korunması ve kıyamete kadar din adına geçerli olacak tek kaynak olması sayesinde Tevhid yani Allah’ın birliği üzerine kurulan din anlayışı sapasağlam bir temele oturtulmuştur. Ancak günümüzde de eski dönemlerde olduğu gibi Allah’ın varlığına birliğine ve her an her şeye olan hâkimiyetine inanmayan ya da yanlış Allah inancına sahip kişiler bulunmaktadır. Eski dönemlerde genellikle Allah’a mahsus olan özellikler başka varlıklara da yüklenmek suretiyle şirk yoluna gidilirken son yüzyıllarda bu daha çok doğrudan Allah’ın varlığını inkâra (ateizm) dönmüştür. Oysaki özellikle son yüzyılda bilimsel alanda katedilen gelişmeler doğrultusunda ateist olabilmek için ne kadar az sebebin olduğu ciddi bir biçimde ortaya konulmaktadır. Evren ve içinde yaşan canlılar olarak bizler mükemmel bir tasarımın ürünleriyiz. En küçüğünden en büyüğüne kadar tüm oluşumlar tesadüflere meydan bırakmayacak şekilde düzenlenmiştir.

Genellikle ateistler kendi inançsızlıklarına dayanak olarak modern bilimi gösterir ve modern bilimi propaganda aracı yaparlar. Esasen işin aslı zannedildiğinden farklıdır. Yani hiçbir bilim adamı ya da bilimsel veri bu güne kadar bir yaratıcının olmadığını ya da olamayacağını ispatlayabilecek deliller sunamamıştır. Bu gerçeği kabul etmek istemeyen kişi ve çevreler felsefi tutum ve kabullerinden dolayı bu gerçeği saptırmakta ve kendi inançlarına dayanak olarak gördükleri bilimin Allah’ı yok saydığını savunmaktadırlar. Bilimsel veriler ne Allah vardır ne de yoktur der. Esasen bu, mevcut verilerden hareketle aklı başında bir kişinin varabileceği bir sonuçtur. Yani inanan kişiler -ateistlerin kendi inanç ve kabullerinden hareketle Allah yoktur sonucuna ulaşmalarının bir benzeri olarak- Allah vardır inancından hareketle bilimsel verileri yorumlayıp işte Allah vardır demez. Bizzat bilimsel veriler bizi bu sonuca yani tüm varlığın bir yaratıcısının olması gerektiği sonucuna götürür. Bu sonuçtan hareketle de günümüzde daha az ateistin olduğuna değil ateist olmak için çok daha az sebebin olduğuna tanıklık ederiz

Namazla İlgili Deyimler

1-Salât: Namaz demektir. Çoğulu "Salâvat"dır. Salât, sözlükte dua manasındadır. Din deyiminde, bildiğimiz ibadetten, erkân ve zikirlerden ibarettir. Namaz kılana, "Müsalli" denir.


Bir de "Salât", Peygamber efendimize şu şekilde yapılan dua manasına da gelir: "Allahümme salli ve selim alâ seyyidina Muhammedin ve alâ ali seyyidina Muhammed = Allah‘ım! Efendimiz Muhammed‘e ve onun ailesine selamet ve rahmet ihsan buyur." Bu salat ve selamdan maksad, Peygamber efendimizin hem dünyada, hem de ahirette her türlü ikrama kavuşmasını istemekten ve bu vesile ile kendisine olan bağlılığımızı ve saygımızı göstermekten ibarettir.

2- Tekbir: "Allahü Ekber" demektir.

3- Kıyam: Ayakta durmaktır.

4- Kıraat: Kur‘an-ı Kerîm‘den bir mikdar okumak demektir.

5- Rükû: Sözlükte eğilmek demektir. Din deyiminde, namazdaki okuyuştan sonra eğilerek baş ve sırtı düz bir şekle getirmektir.

6- Kaveme: Rükû halinden doğrulup da bir defa "Sübhane Rabbiyel‘azim" diyecek kadar ayakta durmaktır.

7- Secde: Namaz kılarken yere eğilerek yüzün bir kısmını, Yüce Allah‘a saygı için yere koymaktır. Arka arkaya yapılan iki secdeye "Secdeteyn" denir. "Sücûd" sözü de secde etmek ve secdeler manasına gelir.

8- Celse: İki secde arasında bir defa "Sübhane Rabbiyel‘azim" diyecek kadar oturmaktır.

9- Ka‘de: Namazda teşehhüd için, "Ettehiyyatü lillâhi"yi okumak için oturmaktır. Bir namazda iki defa oturulursa, birinci oturuşta "Kade-i Ûlâ = İlk oturuş", ikincisine de: "Kade-i Ahire = son oturuş" denir.

10- Rek‘at: Namazın bölüklerinden her biri demektir. Şöyle ki: Bir namazda kıyam, rükû ve iki secdenin toplamı bir rekattır. Bir namazda iki kıyam, iki rükû ve dört secde bulunursa, o namaz iki rekatlı olur. Üç veya dört kıyam bulunursa, o namaz üç veya dört rekatlı olur.

11- Şef: Çift manasında olup namazların her iki rekâtına denir. Dört rekâtlı bir namazın önceki iki rekatına "birinci şef" son iki rekatına da "ikinci şef" denir. Üç rekatlı bir namazın üçüncü rekatı da, "ikinci şef" demektir.

Ölen Kişinin Arkasından Yapılacak En İyi Hayır

PARA KARŞILIĞI OKUNAN “MEVLİD” ADI VERİLEN TÖRENLER


İBADET DEĞİLDİR!



Para karşılığı okunan, "mevlid" adı verilen törenler tamamiyle sonradan icâd olup, ibadet’le hiç ilgisi yoktur!


İslâm Dininde "mevlid" diye bir ibadet mevcut değildir!


"Mevlid", Hz. Rasûlullah Efendimiz Aleyhisselâm’ın âhırete intikâlinden yüzlerce yıl sonra, O`nu övme amacıyla yazılmış bir şiir olup; bu şiirin gazel havasında okunmasının da ibadet olması, elbette kesinlikle sözkonusu değildir!

Hz. Rasûlullah, ancak "Âlemlerin Rabbı olan "ALLAH" tarafından övülebilirdi ki; bu da Kur`ân-ı Kerim’de gerçekleşmiştir:


-"ÂLEMLERE RAHMET OLARAK SENİ İRSÂL EYLEDİK" (21-107)


hükmü, O`nun yüce şânını gösterir!


Bizim gibi sınırlı anlayışlı insanların, O yüce Zâtı övmeye kalkışı ise, O`nun yüce şânına ancak kısıtlama getirir!


Ayrıca Rasûlullah bizden, kendisini övmemizi değil; getirdiklerini anlayarak çevremize olabildiğince verici olmamızı istiyor ve bekliyor! O`nun ulvî şahsiyetini, kendimize geçim kaynağı yapmamızı değil!


Ayrıca kesinlikle bilelim ki, para karşılığı yapılan hiç bir çalışmanın “İslâm Dini”nde yeri yoktur!


Parayla, ne "Kur`ân" okutturabilirsiniz; ne "hatim" indirtebilirsiniz; ne de ölmüş kişilerin “namaz” veya “oruc” borçlarını ödetebilirsiniz!


Kesinlikle bilelim ki, Kur`ân ve Rasûlullah açıklamaları kökenli “İslâm Dini”nde belirtilen ibadetler arasında, ne "mevlid"; ne de ölünün namaz-”oruc” borçlarını kapatmak için yapılan "ıskat ve devir" törenlerine yer vardır!


Bunları yapıyorsanız, kesinlikle biliniz ki, sadece kendinizi tatmin ediyor; bu arada bazı kişilerin de bu bahaneyle geçimine yardım ediyorsunuz!


Mevlîd okumayı ibadet sanıp, "kandil"(!) gecelerini kutlayan; müslüman olmanın ilk şartı olarak kadının başını örtmesini bilen; namaz ya da orucun göktürklerin gökteki tanrısını hoşnud etmek için teklif edildiğini sanan dar anlayışılı kişilerin "müslüman"lığına, "İslam Dini" diye bakar ve değerlendirirler!


Mevlid`in Süleyman çelebi`nin şiiri olup, Kur`ân-ı Kerîm’in teklif ettiği ibadetlerle hiç bir ilgisi olmadığını anlamazlar! Ölülere mum dikip kandil yakmanın "Din"le hiç bir ilgisi olmadığını; yalnızca, Mi`râc, Berâat, Kadir gibi gecelerin değerli saatler ihtiva ettiğini farketmezler.. Şeker ve Kurban bayramlarının olmadığını, FITR ve Hac bayramlarının yaşandığını duymamışlardır bile! Kur`ân-ı Kerîmde teklif edilen namaz, oruç, hac gibi çalışmaların, gökteki tanrının hoşnutluğu için değil; kendi geleceklerini kurtarmaları için önerildiği hiç anlamamışlardır!






“40.GECE, 52.GECE GİBİ TÖRENLER DİN’DEKİ HURAFEDİR;


SONRADAN UYDURULMUŞTUR!


Ölen kişinin arkasından yapılacak en iyi hayır olarak Hz.Rasûlullah bir açıklamasında şöyle diyor;


"Sevdiğiniz ölmüş kişinin arkasından eğer 1000 defa Kul huvallhû yani İHLÂS sûresini okursanız o kişinin ruhunu azaptan kurtarmış olursunuz.". Yani siz o sevdiğiniz kişi için 1000 tane İhlâs okuyup onun ruhuna yollayacaksınız Bunun dışında yapılan o devir hatmi adı verilen kişinin öldüğü gece evinde toplanılarak hocalara para verilerek yapılan işlerin hiçbirinin dinde yeri yoktur.


Diyanet işleri Başkanı da bu devir hatmi denen olayın dinde yeri olmadığını resmen açıklamıştır..


40.gece, 52.gece gibi şeyler tamamen uydurmadır! Yok "burun düşmesi gecesidir.., vs.dir.." derler…Tamamen Din’deki hurafedir. Biraz önce açıkladığım müslümanlık anlayışı içine oturtulmuş, dine sonradan sokulmuş safsatalardır bunlar.


Bilgisizliğiniz yüzünden birtakım insanları zengin edersiniz, geçimine vesile olursunuz… Ama amaç Kurân’ı OKUMAK yani ANLAMAKTIR!


Ahmed Hulûsi

Kadin Kocasina Itaat Etmelidir

Evlilik iki kişi arasında kurulmuş bir devlete benzer. Ve bu iki kişinin ortaklaşa yapacak birçok işleri vardır. Bu işlerin belli düzen içerisinde yürümesi için bir başkan tarafından idare edilmesi lazımdır. İşte bu idareci erkektir. Bunu Kur'an-ı Kerim, gerekçesi ile beraber şöyle bildiriyor "Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Çünkü Allah, kimini kiminden üstün kılmıştır ve çünkü erkekler kadınlara mallarından harcamaktadırlar. Onun için iyi kadınlar itaatkar olup, Allah'ın, kendilerini korumasına karşılık kendileri de gizliyi koruyanlardır." (1)


Burada erkeğin üstünlüğü iki sebebe bağlanmıştır: Bunlardan birincisi erkeğin yaratılışı icabı, ikincisi ise nafakayı erkeğin temin etmiş olmasıdır. Kays bin Sa'd diyor ki: Hiyre'ye gitmiştim. Liderlerine secde ettiklerini gördüm. İçimden "Resulullah (s.a.s.) secde edilmeğe daha layıktır." dedim. Geldim Resulullah'a anlattım. Bana şöyle dedi: "Kabrim yanından geçsen, ona secde eder misin?" dedi. Ben de "hayır" dedim. öyleyse yapmayın; eğer bir kimsenin başka birine secde etmesini buyuracak olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim. Çünkü üzerlerinde bu kadar hakları vardır.(2) dedi. Kazvini'nin rivayetinde de şu ilave vardır: Eğer bir erkek karısına, kırmızı dağı siyah dağın yanına, siyah dağı da kırmızı dağın yanına taşımasını istese, bunu yapmağa çalışmalıdır.(3)


Kocasına itaat etmeyen bir kadının namazı dahi kabul olunmaz. Peygamberimiz (s.a.s.) buyuruyorlar ki: "İki kimsenin namazı tepelerinin üstüne çıkmaz (göğe yükselmez): 1- Efendisinden kaçan kölenin namazı, 2- Kocasına isyan eden kadının namazı. Ne zaman ki bunlar geri dönerler;(yani yaptıklarından vazgeçerler) namazları ancak o zaman kabul olunur."(4)


Buna karşılık, kocasına itaat eden kadın, övgüye layık görülmüştür. Peygamberimiz (s . a. s.) kendisine "kadınların en hayırlısı hangisidir?" diye sorduklarında: "Yüzüne baktığı zaman kocasını sevindiren, emrettiği zaman kocasına itaat eden, namusu ve malı hususunda kocasına isyan etmeyen" demiştir. Başka bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: Bir kadın, beş vakit namazını kılar, bir ay orucunu tutar, namusunu korur ve kocasına itaat ederse, cennete girer."(5)


Şunu da hemen kaydetmeliyiz ki, kadının bu itaati, kocasının meşru emirleri için geçerlidir. Eğer kocası gayri meşru bir şey emredecek olursa, buna itaat etmez; hatta karşı gelmesi gerekir. Mesela kocası kadının namaz kılmamasını veya oruç tutmamasını isterse kadın bu hususta kesinlikle kocasına itaat etmez.


(1) Nisa Suresi Ayet 34


(2) Ebu Davut Nikah 41


(3) Cem'ul Fevaid 1/226


(4) Taberani 1/172


(5) İhya (ibni hibbandan)

Kabir Hayatı

Kabir Hayatı


Kabirlerde bulunan kimselerin tamamı "Berzah" hayatı ile diri olup;


Bilirler,


Akıl ederler,


Duyarlar,


"Hiç şüphe yok ki, ölü defnedilip arkadaşları, yanından ayrıldıkları zaman; yanından ayrılırken cenazesini kaldırıp kendisini ahirete yolcu edenlerin ayak seslerini işitir. (6

Peygamber efendimiz (s.a.v) Bedir'de öldürülen kâfirlerin içi taşlarla örülmemiş bir kuyuya atılmasını emretti. Ölümlerinden günlerce sonra gelip başında durdu ve son ferdine kadar, onları teker teker ey falanca oğlu falan şeklinde, isimleri ve babalarının isimleri ile çeğırarark onlara şöyle buyurdu: "Siz Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu gördünüz mü? Hiç şüphe yok ki ben; Rabbimin bana va'dettiği zaferin hak olduğunu gördüm." Bunun üzerine Hazret-i Ömer; "Yâ Resulallah! Sen, leş olmuş bir kimselerle mi konuşuyorsun, dedi". Bunun üzerine Peyganber Efendimiz de cevaben : " Beni hak din ile gönderen Allah'a yemin ederim ki siz, beni onlardan daha iyi duymuyorsunuz dedi." (7)


Görürler,


Kendilerini ziyaret edenleri tanırlar,


Herhangi bir kul kardeşinin kabrini ziyaret edip yanında oturursa, kalkıncaya kadar, o ölü onunla arkadaşlık eder ve ona karşılık verir. (8


Selam verenlerin selamlarını alırlar,


Bir adam, tanıdığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiğinde, ona selam verirse, selmını alır. Bir adam da tanımadığı bir kimsenin kabrinin yanından geçtiği zaman selam verirse o da, onun selamını alır. (9)


Birbirlerini ziyaret ederler,

Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü onlar, kabirlerinde birbirlerine karşı iftihar ederler ve birbirlerini ziyaret ederler. (10)


Dirilerden kendilerine ulaşan kötü haberlere üzülürler,

Hiç şüphesiz ölüye; evinde eziyet veren şey, kabrinde de eziyet verir. (11)

Amelleriniz, ölülere bildirilir, güzel birşey görürlerse sevinirler. Kötü birşey görürlerse; Allah'ım! Onlaru tâatına geri çevir derler."


Dua ederler,

Ölülere hayatta olanların amelleri onlara bildirilir, hayırlı bir iş görürlerse Allahü Teâlâya hamd edip sevinirler ve o hayrı yapanın hayırlı işlerinin artması ve hayırlı işlere devam etmesi için dua ederler. Kötü bir şeyle karşılaşırlarsa onları yapanlar için Allahü Teâlaya dua edip şöyle derler: "Allah'ım! Onları tâatına geri çevir ve bize hidayete erdirdiğin gibi, onları da hidayete erdir. " (5)

Tasarrufları vardır,

Allahü Teâlanın kudretiyle çok büyük işler yaparlar. Peygamber efendimiz, Hazret-i Cafer'in öldürülmesinden sonra bir gün şöyle buyurdu: "Bişe halkına, yağmurun yağacağını müjdeleyen meleklerin içinde Ca'fer'i tanııdım." (14)


Nimet görürler,

Nimet ve azab hem ruha hem vücuda olacaktır. Berzah aleminde bazıları ikram görürler: kabirlerinde taptaze olarak namaz kılarlar, hac yaparlar.


Azab edilirler.

Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: "Ölüleriniz defnetmeme endişem olmasydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim. (12)

Kabir Ziyareti

Bir sohbet esnâsında Abdülhakîm-i Siyalkûtî hazretlerine talebelerinden biri kabir ziyâreti hakkında bir soru sorunca buyurdu ki:


Çok kimse kabir ehlinden istifâde edildiğine inanmıyor. "Ölü yardım yapamaz." diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Duâ eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duâsının kabûl olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vâsıta yapmaktadır. Yâ Rabbî! Kendisine bol bol ihsânda bulunduğun bu sevgili kulunun hâtırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yâhut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek; "Ey Allahın velîsi, bana şefâat et! Benim için duâ et! Allahü teâlânın dileğimi ihsân etmesi için vâsıta ol." demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, yalnız vesîledir, sebeptir. O da fânîdir, hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de duâ istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden duâ istemek, bir şey istemek dînimizde yasak edilmemiştir. Hattâ müstehâb olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra kerâmet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini isbât etmeleri lâzımdır. Evet, evliyânın bir kısmı öldükten sonra, âlem-i kudse yükseltilir. Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar. Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz. Duâları duymazlar. Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar. Dünyâda olan, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur. Bir kimse, kerâmete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini isbât edemez. Kur'ân-ı kerîm, hadîs-i şerîfler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır. Evet bir câhil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, velî yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, cezâ da vermelidir. Fakat bunu ileri sürerek, İslâm âlimlerine, âriflere dil uzatılmaz. Çünkü, Resûlullah efendimiz kabir ziyâret ederken, mevtâya selâm verirdi. Mevtâdan bir şey istemeyi hiç yasak etmedi. Ziyâret edenin ve ziyâret olunanın hâllerine göre, kimine duâ edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her müslüman bilir ve inanır. (15)



Kabir Azabı


Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizin dibinde kalsın veya yırtıcı bir hayvan karnında bulunsun veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatı geçirecektir.



Kabir azabının aslı, Dünya sevgisidir. Fakat şiddet derecesi ayrıdır. Azlığı, çokluğu Dünya sevgisine göre değişir. Azap, kalbin Dünyaya bağlanmasının sonucudur.



Kafirlerin kabir azabı, kıyamete kadar devam eder. Yalnız cuma ve Ramazan günleri kalkar. İtaat erbabı için kabir azabı yoktur. Ancak kabrin şiddet ve azametini hisseder. Asilere gelince bunlar için kabir azabı vardır. Ancak kıyâmete kadar devam etmez. Cuma günleri kalkar. Hatta cuma gecesi ölen asi, bir saat kabir azabı görür.

Resulullah (a.s) buyuruyor:


Kabir ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir.


Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir.

Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur.


Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!.

Resulullah (a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" buyurmuşlardır.


Kaynaklar


1) Kimyayı Saadet, İmam-ı Gazali

2) Ehl-i Sünnet İtikadı, Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi, Bedir Yayınları

3) Kütüb-i Sitte

4) Şamil İslam Ansiklopedisi

5) Tenviru'l Kulûb'tan Tasavvufun İncelikleri, Şeyh Muhammed Emin Erbili, Osmanlı Yayınevi, 1997

6) Hadis-i Şerif, Buhari

7) Hadis-i Şerif, Buhari ve Muslim

8 Hz. Aişe r.a, Buhari ve Muslim, Hatib ve Asakir rivayet etmiştir.

9) Hadis-i Şerif,Beyhaki ve Ebiddünya rivayet etmiştir.

10) Hadis-i Şerif,Beyhaki rivayet etmiştir.

11) Hadis-i Şerif,Deylemi rivayet etmiştir.

12) Müslim, Hadis-i şerifin manası Tâc-ul-usûl kitabından alınmıştır. C.1.S.378

13) Hadis-i Şerif, İbni Mübarek rivayet etmiştir.

14) Hadis-i Şerif, İbni Adiy rivayet etmiştir.

15) Evliyalar Ansiklopedisi, Türkiye Gazetesi

32 FARZ

32 Farz

Erkek Kadın, Her Müslüman’ın bilmesi lazım olan farzlar

Altısı imanın şartıdır.
Allahın varlığına birliğine inanmak Meleklere inanmak Kitaplarına inanmak Peygamberlerine inanmak Öldükten Sonra dirileceğimize inanmak Hayır ve şerri Allahü Tealanın yarattığına inanmak ( Kul hayır veya şer hangi yoldan gitmek isterse o tarafı elde edecek kadar küçük bir kuvvet verilmesiyle hayır veya şer meydana gelir.) Beşi islamın şartıdır.
Namaz kılmak Oruç tutmak Zekat vermek Hacca gitmek Kelime'i şahadeti Yaşatmak ( Cihad etmek ) Dördü Abdestin Farzıdır.
Yüzünü alnının saç bitiminden çene altına kadar yıkamak Kollarını dirsekleri ile beraber yıkamak Basının dörtde birini mesh etmek ( Başının dörtte biri herkesin bir eli kadardır) Ayaklarını (Topukları ile beraber) Yıkamak, Üçü Guslün Farzıdır.
Ağzını bol su ile yıkamak Burnunu bol su ile yıkamak. Bütün vücudunu kuru yer kalmadan yıkamak İkisi Teyemmümün Farzıdır.
Önce teyemmüme niyet etmek İki ellerini temiz toprağa vurup yüzüne sürmek İki elini bir daha vurup kollarına sürmek On ikisi namazın farzları.

Altısı dışındaki şartlarıdır.
Abdest almak (cünüpse gusül etmek) Bedeni, elbisesi, namaz kılacağı yer temiz olmalı Avret yerini örtmek (Kadınlar el ve yüzden başka her tarafını örter) Kıbleye karşı dönmek Vaktin girdiğini bilmek Hangi namazı kılacağına niyet etmek Altısı içindeki şartlarıdır.
İftitah tekbiri almak ( Allahüekber diyerek namaza başlamak) Ayakta durmak Kur'an okumak Rukü etmek Secde etmek Son rekatta (Ettehiyyatü) yü okuyacak kadar oturmak

Peygamber Efendimizin yapdığı dualardan bazıları

Ya Rabbi faydasız ilimden makbul olmayan ibadetten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.


Ya Rabbi bildiğimiz-bilmediğimiz bütün iyilikleri ver bildiğimiz-bilmediğimiz bütün kötülüklerden de koru!


Ya Rabbi her işimizin sonunu güzel eyle dünya sıkıntılarından ve ahiret azabından bizi koru!


Ya Rabbi bizi sabreden ve şükredenlerden eyle!


Ya Rabbi bizi dostlarına dost düşmanlarına düşman olanlardan eyle!


Ya Rabbi acizlikten tembellikten korkaklıktan cimrilikten ve her çeşit hastalıktan sana sığınırım!


Ya Rabbi işinde sebat eden nimetine şükreden ibadetini güzel yapan ve doğru konuşanlardan eyle!


Bedenime kulağıma gözüme sıhhat ver! Küfürden fakirlik ve kabir azabından sana sığınırım.


Ya Rabbi kusurlarımızı ört korkulardan emin kıl ve borçlarımızı ödememizi nasip et!


Ya Rabbi sıhhat afiyet ve güzel ahlak ver! Kaza ve kaderine rıza gösterenlerden eyle!


Ya Rabbi gece ve gündüz gelecek kötülüklerden sıkıntılardan kötü arkadaştan ve kötü komşudan sana sığınırım.


Ya Rabbi ölünceye kadar ibadet etmemizi ömrümüzün hayırlı amellerle sona ermesini nasip et ve Cennetini ihsan eyle!


Ya Rabbi zulmetmekten zulme uğramaktan sana sığınırım.


Bize dünya ve ahirette iyilik güzellik ver ve Cehennem azabından bizi koru!



Peygamber efendimiz dünya ve ahiret için af ve afiyet isterdi. İmandan sonra afiyetten büyük nimet olmadığını bildirirdi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:


(Duanın efdali dünya ve ahirette Rabbinden af ve afiyet istemektir. Affa ve afiyete kavuşan dünya ve ahirette kurtuluşa ermiştir.) [Tirmizi]


Peygamber efendimizin en çok okuduğu dua Rabbena âtina duasıdır. Bir hadis-i şerif meali:


(Ey Adem oğlu sen Allahın azabına takat getiremezsin. Onun için “Rabbena âtina fid-dünya haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kına azabennar” demelisin.)



Bu dua Bekara suresinin 201. âyet-i kerimesidir.


(Rabbimiz bize dünyada ve ahirette iyilik güzellik ver bizi cehennem azabından koru) anlamındadır.

yecüc ve mecüc

Yecüc ve Mecüc Ahir Zamanda Ortaya Çıkacaktır


Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in hadislerinde ahir zamanın ne zaman ve ne şekilde başlayacağını ortaya koyan yüzlerce alamet haber verilmektedir. İçinde bulunduğumuz dönemde, Peygamberimiz (sav)’in 14 yüzyıl önce haber verdiği ahir zaman alametlerinin birbiri ardına gerçekleşmesi, iman sahiplerinin asırlardır bekledikleri büyük müjdelerin yaşanmakta olduğunu ortaya koymaktadır.


Ahir zamanın bu müjdeleri, Allah’ın mübarek elçisi Hz. İsa’nın yeryüzüne ikinci kez gelecek olması ve 21. yüzyılın büyük müceddidi Hz. Mehdi ile birlikte Deccal’in fitnesini ortadan kaldırıp İslam ahlakını yeryüzünde hakim kılmalarıdır.


Bu yazıda üzerinde duracağımız konu ise Peygamber Efendimiz (sav)’in kıyamet alameti olarak bildirdiği “YECÜC VE MECÜC”dür. Kim oldukları, ne zaman ortaya çıkacakları ve ne şekilde ortadan kaldırılacakları asırlardır büyük bir merak konusu olan Yecüc ve Mecüc hakkında bugüne kadar birçok kitap ve makale yazılmıştır. Ancak, Hıristiyanların Kutsal kitabı İncil’de ve Yahudilerin Kutsal Kitabı Tevrat’ta “GOG ve MAGOG” olarak anılan Yecüc ve Mecüc hakkında en doğru bilgileri Kuran ayetlerinden, Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinden ve değerli İslam alimlerinin eserlerinden edinebiliriz.


Yecüc ve Mecüc’ün bozgunculuğunu geçmişte Hz. Zülkarneyn’in yaptığı sed engellemiştir


Allah Kehf Suresi’nde Yecüc ve Mecüc hakkında şu şekilde bildirmektedir:


Dediler ki: "Ey Zu'l-Karneyn, gerçekten YE'CÜC VE ME'CÜC, YERYÜZÜNDE BOZGUNCULUK ÇIKARIYORLAR, bizimle onlar arasında bir sed inşa etmen için sana vergi verelim mi?" (Kehf Suresi, 94)


Ayetlerde Yecüc ve Mecüc’den, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran bir kavim olarak bahsedilmektedir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi de bir sözünde “Ye'cüc ve Me'cüc, ehl-i garet (yağmacı, çapulcu) ve fesad (arabozucu) ve ehl-i hadaret ve medeniyete ecel-i kaza (medeni olanlar ve medeniyet için elinden kurtulunması mümkün olmayan) hükmünde iki taife-i mahlukullahtır (Allah’ın yarattığı iki topluluktur)...” 1 şeklinde buyurmaktadır.


Dedi ki: "Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan), daha hayırlıdır. Madem öyle, bana güçle yardım edin de, SİZİNLE ONLAR ARASINDA SAPASAĞLAM BİR ENGEL KILAYIM."


"Bana demir kütleleri getirin", iki dağın arası eşit düzeye gelince, "Körükleyin" dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra dedi ki: "Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim."


Böylelikle, NE ONU AŞABİLDİLER, NE ONU DELMEYE GÜÇ YETİREBİLDİLER. (Kehf Suresi, 95-97)


Ayetlerde bildirildiğine göre, Hz. Zülkarneyn kendisinden yardım isteyen kavme iki dağ arasında, sağlam bir sed yaparak yardımda bulunmuştur. Bediüzzaman bu seddi “Müfsidlerin (fesat çıkaranların) def’i Şerleri (kötülüklerine mani olmak) için bir redm-i azim ve cesim (her tarafı tamamen kapalı büyük) bir duvardır.”2 sözleriyle tarif etmektedir.


İnsanlara zulmeden, bozgunculuk çıkaran Yecüc ve Mecüc kavmini engellemek için Hz. Zülkarneyn’in yaptığı muhkem sed, sözkonusu fesatçı topluluğun zulmünü durdurmuştur.


“Hz. Zülkarneyn’in seddinin yıkılması” kıyamet alametidir


Yecüc ve Mecüc’den Enbiya Suresi’nde de bahsedilmektedir. Bu ayette ise Kehf Suresi’nde bildirilenden daha sonraki bir döneme işaret edilmekte, Yecüc ve Mecüc "bir kıyamet alameti olarak” zikredilmektedir. Kıyamet öncesi dönemde, Kehf Suresi’nde bildirilen sed yıkılacaktır. Allah Kehf Suresi’nde şu şekilde buyurmaktadır:


Dedi ki: "Bu benim Rabbimden bir rahmettir. RABBİMİN va'di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va'di haktır." (Kehf Suresi, 98)


Hz. Zülkarneyn’in seddinin yıkılması ile ilgili birçok rivayet bulunmaktadır. Bediüzzaman’a göre bu rivayetlerin hepsinin ortak noktası “seddin yıkılmasının bir kıyamet alameti” olarak kabul edildiğidir.


Nitekim Üstad Muhakemat isimli eserinde “Emr-i İlahi (Allah'ın emri) geldiği vakit sed harab olacaktır...”3 ve “SEDDİN HARABİYETİ KIYAMETE ALAMET OLUR” 4 şeklinde buyurmuştur.


Kuran'da bildirildiğine göre sed yıkıldığında Yecüc ve Mecüc her tepeden akın edecektir:


YECÜC VE MECÜC(ÜN SEDLERİ) AÇILDIĞINDA, ONLAR HER BİR TEPEDEN AKIN EDERLER; GERÇEK OLAN VAAD YAKLAŞMIŞTIR, işte o zaman, inkar edenlerin gözleri yuvalarından fırlayacak: "Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zalim kimselerdik" (diyecekler). (Enbiya Suresi, 96-97)


Ayetlerde “gerçek olan vaad yaklaşmıştır” şeklinde bildirilerek, kıyamet saatinin yaklaşmakta olduğu haber verilmektedir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de bir hadisinde “On alamet zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz: Güneş’in batıdan doğuşu, Duman, Dabbe, Yecüc-Mecüc, Meryem oğlu İsa’nın inmesi, üç (büyük) zelzele...“ 5 şeklinde buyurmuştur.


Yecüc ve Mecüc, Moğol, Tatar ve Mançu gibi kavimlerden oluşmaktadır


Yecüc ve Mecüc’ün kim oldukları ile ilgili Bediüzzaman açık bilgiler vermiştir. Bediüzzaman ayetlerde haber verilen Hz. Zülkarneyn'in sed inşa ettiği bölgeyi Himalayalar'da bir bölge olarak yorumlamakta, Hz. Zülkarneyn'in "...Hind ve Çin’deki akvamı mazlumeye (mazlum kavme) tecavüzleri durdurmak için o Himalaya silsilelerine (sıradağlarına) yakın iki dağ ortasında uzun bir sed yaptığı ve o akvam-ı vahşiyenin (vahşi kavmin) kesretle (çoklukla) hücumlarına çok zaman mani (engel) olduğunu..."6 hatırlatmaktadır.






Bir diğer sözünde ise Yecüc ve Mecüc’ün Moğol ve Mançu kökenli, Asyalı bir kavim olduklarını bildirmektedir:


... Ye'cüc ve Me'cüc namı (ismi) verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçin'den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupa'yı herc-ü merc (altüst, karmakarışık) ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber (altüst) edeceklerine işaret ve kinayedir (üstü örtülü sözdür).7


13. yüzyılda çok büyük bir imparatorluk kuran Moğollar, dünya tarihinin en vahşi ve barbar ordularından biri olarak bilinmektedirler. Moğol ve Tatarlardan oluşan bu yağmacı ordunun başında, önce Cengiz Han ve ardından da oğlu Hülagu çok büyük katliamlar gerçekleştirmiştir. Tarihi kaynaklarda bildirildiğine göre onlar, önlerine çıkan herşeyi yağmalayan, talan eden, kadın-çocuk demeden herkesi katleden bir topluluktu. Anadolu topraklarına ayak bastıklarında Sivas’ta, Kayseri’de, Tokat’ta yüzbinlerce insanı katlettiler. İstila ettikleri bölgelerdeki tüm camileri, kütüphaneleri, medreseleri yakıp yıktılar. Buhara, Semerkand, Herat gibi yerlerdeki tüm sanat eserlerini yağmalayıp, ortadan kaldırdılar. Tarihi kaynaklara göre bazı şehirlerde milyonlarca insanı, kedi ve köpeklere varıncaya kadar bütün canlıları katlettiler.8 Mançu ırkı da aynı Moğollar gibi barbar, savaşçı, göçebe bir ırktı ve birçok ülkeyi istila etmiş, büyük katliamlar gerçekleştirmişti. Bediüzzaman, eserlerinde, Moğol ve Mançu ırkının ahir zamanda ortaya çıkacak olan Yecüc ve Mecüc’ün ataları olduklarını haber verir. Bediüzzaman’ın konuyla ilgili bir diğer sözü şu şekildedir:


Hatta rûy-i zemînin (yeryüzünün) en meşhur seddi ve kaç günlük uzak bir mesafe tutan Sedd-i Çini (Çin Seddi) Kur'an lisaniyle Yecüc ve Mecücün ve tabîr-i diğerle (başka bir ifadeyle) tarih lisanında Mançur ve Moğol denilen ve âlem-i beşeriyeti (insanlığı) kaç defa zîr-ü zeber eden (altüst, darmadağın eden) ve Himalaya Dağları'nın arkasından çıkan ve şarktan garbe (doğudan batıya) kadar harab eden akvâm-ı vahşiye (vahşi kavim) ve garetkâr (yağmacı, çapulcu) milletlerin...9

Bediüzzaman’ın bu sözlerine göre Yecüc ve Mecüc;


• Moğol, Mançu ırkındandır.


• Daha önce Avrupa ve Asya’yı ele geçirip, doğudan batıya kadar her yeri harap ettikleri gibi ahir zamanda da dünyayı altüst edeceklerdir.


• Himalaya Dağları’nın arkasından çıkacaklardır.


• Saldırgan, yağmacı bir topluluktur.


• Hz. Zülkarneyn, mazlum halkları korumak için iki dağ arasına yaptığı sed ile bu topluluğun saldırılarını durdurmuştur.


Deccal, Yecüc ve Mecüc’e zemin hazırlayacaktır


Ahir zamanın anlatıldığı hadislerde, yeryüzünde kötülüğü organize edecek, insanları din ahlakından uzaklaştıracak, kargaşa ve bozgunculuğa neden olacak Deccal'in çıkışı da, kıyametin büyük alametlerinden biri olarak haber verilmektedir. Son dönemlerde başta İslam alemi olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşanan kargaşa, çatışma ve anarşi Deccal'in ortaya çıkışının yaklaştığının göstergelerinden biridir. Bu dönem bir hadiste "... (O sırada) fitneler, karışıklıklar, ihtilaller çok olur da insanlar birbirlerini öldürürler. İnsanlar kendi canlarına kıyarlar ve yeryüzünü belalar kaplar."10 şeklinde tarif edilmektedir.






Hadislerde haber verilen bilgiler, Deccal'in, yeryüzünde karışıklığı ve zulmü teşvik edeceğini, hatta organize edeceğini göstermektedir. Sürekli kan dökülmesi, insanların katledilmesi, savaşlarda masumların öldürülmesi, düzenin bozulması, terörün neden olduğu korku ve tedirginlik Deccal'in teşvikiyle yaygınlaşmaktadır. Deccal'in tam anlamıyla ortaya çıkmasıyla bu olayların şiddetinin daha da artacağı hadislerde bildirilmektedir. Deccal'in yeryüzünde bozgunculuğu yayarak Yecüc ve Mecüc’e de zemin hazırlayacağını, Bediüzzaman bir sözünde şu şekilde belirtmiştir:


... Büyük Deccal, şeytanın iğvası (telkinleri) ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkamını (İseviliğin hükümlerini) kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini (sosyal hayatlarını) idare eden rabıtaları (birleştiren unsurları) bozarak anarşistliğe ve Yecüc-Mecüc'e zemin hazır eder...

Bediüzzaman bu sözünde;


• Deccal’in şeytanın telkinlerine ve kurallarına göre hareket edeceğine;


• Hıristiyanlığın hükümlerini ortadan kaldıracağına;


• Hıristiyanları birbirlerine bağlayan unsurları bozacağına;


• Bu yaptıklarının Hıristiyan toplumlarda anarşizme, kargaşaya, bozgunculuğa yol açacağına;


• Hepsinin neticesinde ise Yecüc ve Mecüc’e çok uygun bir zemin oluşturacağına, kendisi de anarşist ve bozguncu olan Yecüc ve Mecüc’ün bu kaos ortamından faydalanacağına dikkat çekmektedir.




Yecüc ve Mecüc bir insan topluluğudur


Kuran ayetlerinden ve hadislerden Yecüc ve Mecüc’ün insan oldukları açıkça anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde bu konuyla ilgili ortaya konan bazı deliller şunlardır:


• Hadislerde bildirildiğine göre, "Hz. Adem’in soyundan gelmektedirler."11


• Peygamberimiz (sav) “Birer, ikişer karış boyundadırlar, en uzunları üçer karıştır...”12 hadisiyle onların kısa boylu olduklarına işaret etmiştir. “Bir iki karış boylu” ifadesi kısa boylu anlamına gelen bir teşbih olarak kullanılır.


• Küçük gözlü, geniş yüzlü, kumral saçlı bir kavimdir: “Siz devamlı düşmanla savaşacaksınız; hatta yüzleri geniş, gözleri küçük, saçları kumral Yecüc ve Mecüc ile de savaş yapacaksınız...” 13


• Hadislerde bildirildiğine gibi, "Fesat çıkaran bir topluluktur." 14


• 22 kabileden oluşan bir topluluktur: “Yecüc ve Mecüc yirmi iki kabileden ibarettir.” 15


Yecüc ve Mecüc anarşist, saldırgan ve zalim bir topluluk olacaktır






Bediüzzaman Yecüc ve Mecüc’ün ideolojisini eserlerinde çok hikmetli şekilde açıklamaktadır. "Anarşizmin insanları dehşetli ve gaddar canavarlar" haline getirdiğini söyleyen Bediüzzaman, aynı sözün devamında Yecüc ve Mecüc’ün anarşist karakterini şu şekilde tarif etmektedir:


Anarşistlik fikrinin tam yeri ise; hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hâkimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık (şartlara uygun) insanlar ise, Çin-i Maçin'de kırk günlük bir mesafede yapılan ve acaib-i seb'a-i âlemden (Dünyanın yedi harikasından) birisi bulunan Sedd-i Çinî'nin (Çin Seddi’nin) binasına (inşasına) sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir...16

Ve Yecüc Mecüc ise, Çin-i Maçin'de bulunan Mançur ve Moğol ve Kırgız ve her tarafta bulunan anarşistler ve sosyalistlerin müfritleri olan (aşırıya kaçan) komünistlerdir." 17

Anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini (insanın karakterini, huyunu) canavar hayvanların seciyesine çevirir. Âhir zamanda gelecek Ye'cüc ve Me'cücün komitesi (heyet, alt kurul), anarşistler olduğuna Kur'an işaret ediyor.18

Bediüzzaman’ın açıklamalarından şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:


• Yecüc ve Mecüc anarşist bir düşünce tarzı benimseyecektir. Bediüzzaman’ın "... Hattâ şimdi de komünistlik İçindeki anarşistin ehemmiyetli efrâdı (önemli fertleri) onlardandır."19 sözüyle de vurguladığı gibi, Asya ırkçılığıyla komünist düşünceyi harmanlayan Yecüc ve Mecüc, diğer ırklara yönelik çok büyük bir vahşet ve nefret politikası izleyecektir.


• Moğol ve Mançuların dışında, Asyalı bazı cahil kitlelerin de Yecüc ve Mecüc’ün tarafına geçip, “ırkçı bir anlayış içinde” onlarla birlikte hareket etmeleri muhtemeldir.


• Bediüzzaman’ın "...Kıyamete yakın yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zir-ü zeber (insanlık medeniyetini altüst, darmadağın) edecekler...“ 20 sözüyle de dikkat çektiği gibi bu topluluk katliamdan ve güç gösterisi yapmaktan zevk alan barbar zalim bir topluluk olacaktır.


Yecüc ve Mecüc inkarcı bir topluluktur






Hadislerden Yecüc ve Mecüc’ün Allah’a iman etmeyen bir topluluk olduğu anlaşılmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şu şekilde buyurmuştur:


Mirac gecesi Allah beni Yecüc ve Mecüclerin yanlarına gönderdi; Onları dine davet ettim; kabul etmediler.. Onun için onlar, Adem ve İblis neslinden Allah’a asi gelenlerle birlikte cehenneme gireceklerdir.21

• Hadiste de bildirildiği gibi Yecüc ve Mecüc inkarcı bir topluluk olacaktır.


• Yine bu kavmin hadislerde ve Bediüzzaman'ın izahlarında haber verilen vahşetinden, barbar uygulamalarından, yağmalarından helal ve haram kavramına sahip olmayacakları anlaşılmaktadır.


Deccal ile Yecüc ve Mecüc Hz. İsa döneminde yok edilecektir






Hadislerde Hz. İsa’nın Deccal’i fikren mağlup edip, yok edeceğine dair birçok açıklama bulunmaktadır. Bu konuyla ilgili bazı hadislerde şu şekilde buyurulmaktadır:


İşte o sırada Allah'ın düşmanı olan DECCAL MESİH, HZ. İSA'YI GÖRÜNCE TUZUN SUDA ERİMESİ GİBİ ERİR GİDER.22

... DECCAL ORTALIĞA FİTNE SAÇARKEN Cenab-ı Hak, MESİH MERYEM OĞLU İSA'YI gönderir... NEFESİNİ İDRAK EDEN her kafir mutlaka yok olur. İsa (a.s) Deccal ile Lüdd kapısında (Beytül Makdise yakın bir belde) karşılaşır ve ONU YOK EDER.23


Bediüzzaman da açıklamalarında Deccal’in insanlar üzerindeki aldatıcı etkilerinin Hz. İsa vesilesiyle kaldırılacağını şöyle açıklamaktadır:


Sihir ve manyetizma (telkin ve hipnoz yolu ile birini etki altına alma) ve ispirtizma (ölülerin ruhlarıyla görüşmek için yapılan faaliyetler) gibi istidraci (yalancı mucize) harikalarıyla kendini muhafaza eden (koruyan) ve herkesi teshir eden (büyüleyip etkisi altına alan) o dehşetli Deccal'i yok edebilecek, mesleğini değiştirecek; ancak HARİKA VE MUCİZATLI (mucize sahibi) VE UMUMUN MAKBULÜ (her insanın makbul gördüğü) Bir ZAT OLABİLİR Kİ, o zat, en ziyade alakadar ve ekser (tüm) insanların peygamberi olan Hz. İsa Aleyhisselam'dır.24

Üstad'ın da belirttiği gibi, Deccal birtakım yalan mucizelerle insanları kandırdığı, şeytanların desteğiyle hareket ettiği ve bazı olağanüstü işler yaptığı için, Deccal'in yenilmesi ancak Rabbimiz'in çeşitli mucizeler bahşettiği kutlu peygamberi Hz. İsa vesilesiyle olacaktır. Hz. İsa'nın Deccal'in fitnesini yok etmesi, Allah'ın izniyle, çok hızlı ve kolay olacaktır.


Hadislerde Hz. İsa’nın Deccal’in ideolojisinin tüm dayanaklarını da yok edeceği, onu fikren mağlup edip ortadan kaldıracağı anlatılmaktadır. O dönemde Deccal’in hazırladığı ortamda, Yecüc ve Mecüc de bozgunculuk çıkaracak, ve çeşitli toplumlara zulmedecektir.






Peygamberimiz Hz. Muhammed hadislerinde, Yecüc ve Mecüc’ün yok edilmesinde Hz. İsa’nın dualarının vesile olacağını bildirmektedir. Bir hadiste Hz. İsa’nın Peygamberimiz (sav)’e Mirac sırasında şunları söylediği bildirilmektedir:


Yecüc ve Mecüc her tepeden saldırmaya başlarlar. Ve uğradıkları her suyu içip tüketirler, karşılaştıkları herşeyi bozup altüst ederler, bunun üzerine halk feryad ederek Allah’tan yardım diler. BEN DE (HZ. İSA) ALLAH’A DUA EDEREK Yecüc ve Mecüc’ü öldürmesini isteyeceğim. Bu duam kabul olacak ve yer onların leşleriyle pis pis kokacak. Ben Allah’a tekrar dua edeceğim. Allah da bir su gönderecek ve o su onları taşıyıp denize atacaktır.25


Hadiste de bildirildiği gibi Hz. İsa’nın duasını kabul eden sonsuz rahmet sahibi Rabbimiz, Yecüc ve Mecüc’ün soyunu ortadan kaldıracaktır. Hadislerde bu yokoluşun nasıl olacağı şu şekilde tarif edilmektedir:


Sonra Allahu Teala, Yecüc ve Mecüc'ü gönderir... Sonra Allah'ın peygamberi HZ. İSA ve arkadaşları ALLAH'A DUA EDERLER DE, Allah Teala düşman ordusu içinde deve ve davarların burunlarında olan BİR KURDU GÖNDEREREK ONLARIN HEPSİNİ, bir tek insanın ölümü gibi helak eder...26

Hz. İsa arkadaşlarıyla birlikte onların şerrinden kurtulmaları için Allah’a dua edecekler. Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler... ses ve sedaları çıkmaz olacak.27


Yecüc ve Mecüc’e musallat olacak olan hastalık hakkında hadislerde birçok bilgi verilmektedir:


Allah onlara gökten boyunlarındaki kanı emmek için kurtlar gönderecek, hepsi ölecekler... 28

Müteakiben (ardından) Yüce Allah onların başlarına (bela olarak) boyunlarına ve kafataslarına koyun ve deve kısmının burun kurtlarını gönderir de bu kurtlar onların hepsini (bir anda) öldürüp helak eder.29

Sonra Allah Teala onların üzerine deve ve koyun cinsine ait burun kurdu denilen hayvanlar ve mikroplar yağdırır da bu mikroplar onların enselerinden yakalayıp hepsini öldürür...30

Bu hadislerden Yecüc ve Mecüc kavmine bir hastalığın musallat olacağı ve bu şekilde Yecüc ve Mecüc fitnesinin son bulacağı anlaşılmaktadır.


Peygamberimiz (sav) bir hadisinde "Yecüc ve Mecüc orduları da kimi kiminin üstüne bindirilmiş halde çekirge ölümü gibi öleceklerdir."31 buyurmaktadır. Yecüc ve Mecüc’ün ölümleri, çekirgelerin ölümlerine benzetilmektedir. Çekirgeler normal zamanda az sayıda iken, bir anda gelişip bulundukları yeri talan ederler. Ölümleri de aynı şekilde ani ve toplu olur. Yecüc ve Mecüc’ün ölümü de çok büyük bir ihtimalle bu şekilde olacaktır.




Allah, Yecüc ve Mecüc’e “DABBETÜ’L ARZ”ı musallat kılacak olabilir






Dabbe, Arapça’da hayvan ve canlı anlamlarına gelen, "Debbe" kökünden türemiş bir isimdir. "Debbe" hafif yürüme, debelenme demektir. Hayvanlar ve haşereler için kullanılır. Bediüzzaman Risale-i Nur külliyatında Yecüc ve Mecüc’e musallat olan hastalığı “Dabbetü’l Arz” olarak yorumlamaktadır. Üstad bir sözünde Dabbetü’l Arz’ı şu şekilde tarif etmektedir:


O Dabbe bir nev'dir (tür, çeşit). Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye (hayvan topluluğu) olacak. Belki "bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi..." (Sebe Suresi, 14) âyetinin işaretiyle, o hayvan, Dabbetü’l Arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde (bedeninde) dişinden tırnağına kadar yerleşecek.32



...Allahu a'lem, o Dabbe bir nev'dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak...


Bediüzzaman bu sözünde, Dabbenin tek büyük bir hayvan olursa heryere yetişmesinin mümkün olmadığına, bu nedenle de bir tane hayvan değil, bir hayvanlar topluluğu olduğuna dikkat çekmektedir.


„...’bir ağaç kurdundan başkası haber vermedi...’ (Sebe Suresi, 14) âyetinin işaretiyle, o hayvan, Dabbetü’l Arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek...“

Bediüzzaman Sebe Suresi’nde yer alan ve Hz. Süleyman’ın asasını kemirdiği bildirilen “ağaç kurdu”na dikkat çekerek, Yecüc ve Mecüc’e musallat olan Dabbetü’l Arz’ın ağaç kurtları türünden bir hayvan topluluğu olduğunu belirtmektedir. Bediüzzaman'a göre bu dabbe, insanın vücuduna yerleşecek, dişinden tırnağına kadar vücudunun her zerresine ulaşacaktır. Bu yorumlara göre Bediüzzaman’ın Dabbetü’l Arz'ın bir virüs ya da mikrop türü olduğuna işaret ediyor olması da mümkündür.






Bediüzzaman, Yecüc ve Mecüc fitnesinin son bulmasına vesile olacak kurt hakkında da önemli yorumlarda bulunmaktadır. Üstad Yecüc ve Mecüc’ün "kafataslarına, boyunlarına ve enselerine musallat olan KURDU" şu şekilde yorumlamaktadır:


...Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana (azgınlığa) ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada (karışıklığa) ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ve küfrana düşen (inkar ve nankörlük yapan) insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber (darmadağın) edecek. 33

Bediüzzaman bu sözünde akıllarının başlarına getirilmesi gereken bir insan topluluğundan bahsetmektedir. Bu insan topluluğunun özelliği nedir:


1- Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana (azgınlığa) giden


2- Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada (karışıklığa) ve canavarlığa giden






3- Dinsizliğe, küfr ve küfrana düşen (inkar ve nankörlük yapan) bir insan topluluğudur.


"Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfr ve küfrana düşen":

Deccal ve Yecüc ve Mecüc her türlü mukaddes değere düşman olan, saldırgan, inkarcı kimselerdir. İnsanları da fitneye düşürmeye çalışacaklardır. Allah’a karşı isyan edecek, her türlü azgınlığı teşvik edeceklerdir. Yecüc ve Mecüc ayrıca anarşist yöntemleri ile insanları fesat ve bozgunculuk çıkarmaya, dinsizliğe ve inkara yöneltecektir. Özetlemek gerekirse, insanlar bu ahir zaman fitnelerinin etkisiyle bilerek ve isteyerek ahlaksızlığa, küfre ve isyana yöneleceklerdir.

"...insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek...":

Rabbimiz bu ahirzaman şahıslarına "bir Dabbe" musallat edecektir. Bu sözden Dabbet-ül Arz’ın, Deccal'in fitnesinin tam yok olmadığı, Yecüc ve Mecüc'ün bozgunculuğunu sürdürdüğü, inkara ve sapkınlığa düşen insanların bulunduğu bir dönemde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen Yecüc ve Mecüc'ün toplu olarak ölümüne vesile olan da Dabbet-ül Arz veya benzeri bir hayvan olacaktır.




SONUÇ


Hem Deccal’in hem de Yecüc ve Mecüc’ün fitnesinin Hz. İsa tarafından ortadan kaldırılması tüm iman sahipleri için çok büyük bir müjdedir. Peygamber Efendimiz’in de bir hadisinde belirttiği gibi, “Hz. İsa ve müminler Yecüc ve Mecüc’den sonra senelerce yaşayacaklardır.”34 Bu, barışın, güzel ahlakın, huzurun ve güvenin hakim olduğu, çok güzel bir çağ olacaktır.


Günümüzde Deccaliyetin fitnesi dünyayı sarmış durumdadır. İnkarcı ideolojiler, ateizm, materyalizm, Darwinizm, ahlaki dejenerasyon ve savaşlar tüm insanları tehdit etmektedir. İnsanları din ahlakından uzaklaştırmak için çok geniş çaplı bir propaganda yürütülmekte, bozgunculuk her gün daha da artmaktadır. Bazı insanlar bilerek ve isteyerek, bazı insanlar ise farkında olmadan Deccal’in fitnesine kapılabilmektedirler.


Bu belalardan korunmanın tek çözümü ise insanların din ahlakına sarılmaları, inkarcı ideolojilerle fikri bir mücadele içinde olmalarıdır. Ahir zamanın bu döneminde Allah’ın dinini yaşama konusunda gaflet içinde olmak hiçbir müminin istemeyeceği bir durumdur. Çünkü bu durum, Bediüzzaman’ın bir sözünde ifade ettiği gibi “bilerek ve isteyerek” Deccal’in ve Yecüc ve Mecüc’ün fitnelerine destek olmak anlamına gelebilir.


İşte bu nedenle Müslümanların, Deccal’in oyununa gelmemek için şevkle, heyecanla din ahlakına sarılmaları gerekmektedir. Ahir zamanda gelecek olan Mesih Deccal’e karşı mücadele edip, onu fikren mağlup edecek, Yecüc ve Mecüc’ün de fitnesini ortadan kaldıracak olan Hz. İsa’ya ve Hz. Mehdi’ye en güzel desteği sağlayabilmek de ancak gereken hazırlığı önceden yaparak mümkün olacaktır. Bu nedenle, içinde bulunduğumuz dönem bu iki mübarek insanı asırlardır bekleyen tüm salih iman sahiplerinin din ahlakını yaşamak ve insanlar arasında yaşatmak için güçlerinin sonuna kadar çaba sarf etmeleri zamanıdır.