Ney Hakkında

Ney

Osmanlı dönemi müziğinin en önemli üflemeli çalgılardan Ney, insanoğlunun ürettiği belkide ilk çalgılardan biri olan ve kamıştan üretilmiş üflemeli çalgılarından olup, tarihin derinliklerinden gelmiş ilkel donanımlı bir çalgı olmasına karşın, insanı etkileyen uhrevi ve doğal bir sese sahiptir.

Kelime olarak kamış anlamına gelen Farsça nay sözcüğünden türemiştir. Ney üfleyenlere neyzen veya nayi denmektedir.

Ney sabit akortlu çalgılar arasında yer alır. Akorda, perdelerinin açkısı sırasında gelir ve öylece kalır.

Yapımında kullanılacak kamışın dokuz boğumlu olması gerekir. Kamışını içi boşaltılırak üretilen ney in en üstteki boğumu tam açılmaz ve yarım bırakılır. Ney e ses veren delikler (perdeler) üstten alta doğru boğumlara belli bir sıra ile dağılırlar. Ney de biri arkada olmak üzere toplam 7 delik bulunur.

Neyin ilk boğumu olan Boğaz boğumu üstünde yer alan çalgının üflenen ucuna genellikle manada boynuzundan yapılan ve başpare adı verilen bir başlık takılır. Kamışın her iki ucuna, çatlamasını önlemek için gümüşten birer yüzük (parazvane) geçirilir.

Ney, Sağ ve sol dize dayanarak belirli bir açıyla tutulur ve dudaklar başpareye hafifiçe yandan bastırılır. Pest seslere dem sesler denir. Türk müziğine özgü bazı ara sesler, bazı deliklerin yarım veya çeyrek açılmasıyla elde edilir. Başın eğilmesiyle veya açının değiştirilmesiyle bulunan perdeler de vardır. Kudüm ile birlikte Mevlevi müziğinin iki ana çalgısını oluşturan ney, çok uzun bir süreden beri dindışı müzikte de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Değişik boyda neyler yapılmış ve bunlara pesten tize doğru, bolahenk, davud, şah, mansur, kız ney müstahsen, süpürde gibi özel adlar verilmiştir.






Ney Hakkında

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Bişnev in ney çün hikâyet mîküned Ez cüdâyîhâ şikâyet mîküned Dinle, bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. Kez neyistân tâ merâ bübrîdeend Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir. Sîne hâhem şerha şerha ez firâk Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyâk İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyle şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim. Herkesî kû dûr mand ez asl-ı hiş Bâz cûyed rûzgâr-ı vasl-ı hîş Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar. Men beher cem'iyyetî nâlân şüdem Cüft-i bedhâlân ü hoşhâlân şüdem Ben her cemiyette, her mecliste inledim durdum. Bedhâl (kötü huylu) olanlarla da, hoşhâl (iyi huylu) olanlarla da düşüp kalktım. Herkesî ez zann-i hod şüd yâr-i men Vez derûn-i men necüst esrâr-i men Herkes kendi anlayışına göre benim yârim oldu. İçimdeki esrârı araştırmadı. Sırr-ı men ez nâle-i men dûr nist Lîk çeşm-i gûşrâ an nûr nîst Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakda onu işitecek kudret yoktur. Ten zi cân ü cân zi ten mestûr nîst Lîk kes râ dîd-i cân destûr nîst Beden ruhdan, ruh bedenden gizli değildir. Lâkin herkesin rûhu görmesine ruhsat yoktur. Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd Her ki în âteş nedâred nîst bâd Şu neyin sesi âteşdir; havâ değildir. Her kimde bu âteş yoksa, o kimse yok olsun. Âteş-i ıskest ke'nder ney fütâd Cûşiş-i ışkest ke'nder mey fütâd Neydeki âteş ile meydeki kabarış, hep aşk eseridir Ney harîf-i herki ez yârî bürîd Perdehâyeş perdehây-i mâ dirîd Ney, yârinden ayrılmış olanın arkadaşıdır. Onun makam perdeleri, bizim nûrânî ve zulmânî perdelerimizi -yânî, vuslata mânî olan perdelerimizi- yırtmıştır. Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd Hem çü ney dem sâz ü müştâkî ki dîd Ney gibi hem zehir, hem panzehir; hem demsâz, hem müştâk bir şeyi kim görmüştür Ney hadîs-i râh-i pür mîküned Kıssahây-i ışk-ı mecnûn mîküned Ney, kanlı bir yoldan bahseder, Mecnûnâne aşkları hikâye eder. Mahrem-î în hûş cüz bîhûş nist Mer zebânrâ müşterî cüz gûş nîst Dile kulakdan başka müşteri olmadığı gibi, mâneviyâtı idrâk etmeye de bîhûş olandan başka mahrem yoktur Der gam-î mâ rûzhâ bîgâh şüd Rûzhâ bâ sûzhâ hemrâh şüd Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. O günler, mahrûmiyyetten ve ayrılıktan hâssıl olan ateşlerle arkadaş oldu 'yânî, ateşlerle, yanmalarla geçti - . Rûzhâ ger reft gû rev bâk nîst Tû bimân ey ânki çün tû pâk nist Günler geçip gittiyse varsın geçsin. Ey pâk ve mübârek olan insân-ı kâmil; hemen sen vâr ol!.. Herki cüz mâhî zi âbeş sîr şüd Herki bîrûzîst rûzeş dîr şüd Balıktan başkası onun suyuna kandı. Nasibsiz olanın da rızkı gecikti. Der neyâbed hâl-i puhte hîç hâm Pes sühan kûtâh bâyed vesselâm Ham ervâh olanlar, pişkin ve yetişkin zevâtın hâlinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerektir vesselâm.

Ney'in Tarihçesi

NEY SÖZCÜĞÜNÜN ETİMOLOJİSİ VE NEY’İN TARİHÇESİ

Sümerce’ den Farsça’ ya geçen “ nâ ” veya “ nay ”, kamış, kargı anlamlarına da gelen bu çalgının en eski adıdır. Arap toplumunda üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan “ mizmâr ” sözcüğü, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe’ de ise hemen her zaman “ ney ” olarak anılmıştır. Çeşitli Avrupa ülkelerinde de benzer adlarla (örneğin Romanya’da “ naiu ” adıyla) adlandırılmıştır.

Farsça çalan, icrâ eden anlamına gelen “ zeden ” sözcüğünden takılanarak oluşturulan “ neyzeden ” bozularak, ney icrâcısı anlamında günümüzde de kullanılan “ neyzen ” e dönüşmüştür. Aynı anlamda Arapça kurallarına göre oluşturulan “ nâyî ” sözcüğü de kullanılmıştır.

Sümer toplumunda MÖ 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılan bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, MÖ 2800-3000 yıllarından kalan bugün Amerika’da Phledelphia Üniversitesi Müzesi’ nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Assomption rahiplerinden Thibaut’ un “esrârengiz, cezbedici, tatlı ve âhenkli bir ses” diye tanımladığı ve şu şekilde şiirleştirdiği ney sadâsı, her dönemde insanları derinden etkilemiş, özellikle dinsel duyguları çağrıştırmıştır:

“ Kamışların üzerinden geçerken,

Kuşları uyandırmaya korkan tatlı bir meltemin kanat çırpınışları”.

Sadâsından gelen bu özellik neyi, ilişkide bulunduğu her toplumda önemli bir çalgı haline getirmiştir. Türklerin İslâmiyeti kabûl ile birlikte kullanmaya başladıkları ney, Xlll. yüzyıldan itibaren İslâm tasavvufunun sembolü haline gelmiştir. Bunda bu yüzyılda yaşamış büyük mutasavvıf, filozof , şâir ve velî Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ’nin rolü büyüktür.

XV. yüzyılda yaşamış bir gezgin olan Hoca Gıyaseddin Nakkaş’ ın seyahatnâmesinde kendilerine mahsus bir nota yazısı geliştirip kullandıklarını da bildiğimiz Hıtay Türkleri’ nin hâkanlık sarayında gördükleri oldukça ilginçtir:

“ Sadinfu şehrindeki hâkanlık sarayının önünde üçyüzbin kadar kadın ve erkek toplanmıştı. İkibin kadar sâzende sazlarını aynı sese düzenleyip (akord edip), hep bir ağızdan hâkana duâ ettiler. Köslerin iki yanlarında kemençe, ney, mûsikâr ve diğer sazlarla hânendeler oturmuşlardı. Neyzenlerin bazıları neyi bilindiği üzere çalıp, bazıları ortasındaki deliklerden üflüyorlardı.”

Mûsikîde çok ileri gittikleri bilinen Hıtay Türkleri’ nin neyi, Orta Asya’ da eskiden beri kullandıkları ve hatta onu tıpkı bir yan flüt gibi de üfledikleri anlaşılmaktadır.

Tarihte Nây-ı Türkî, Hoş Nây (veya Koş Ney), Kurre Nây gibi adlarla anılan bugün yapısını ve özelliklerini tam olarak bilemediğimiz ney adından türemiş pek çok çalgı bulunmaktadır. Ancak birer meydan sazı olarak kullanılan bu çalgıların bugünkü formundan çok farklı olduğunu sanıyoruz.

NEY’ İN TÜRK TASAVVUF DÜŞÜNCESİ’ NDEKİ YERİ

Türklerin İslâmlaşma süreci X. yüzyılda başlamıştı. İslâmiyet ile birlikte zaten toplumda var olan mistik düşünce ve anlayış islâmî bir kimliğe bürünerek, Türk tasavvuf anlayışının temellerini oluşturdu. Hoca Ahmet Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu anlayışın Türk toplum hayatına yerleşmesini sağlamışlardı.

Türklerin İslâmiyetten önceki dinleri olan Şamanizm, Animizm ve Totemizmde de mûsikînin çok önemli rolü vardı. Bu dinlerin tümünde törenler müzik eşliğinde yapılırdı. Örneğin çoğunlukla hâkim olan Şamanizmde kam, baksı veya şaman denilen din adamları ellerinde kopuz ile dolaşır, dînî mesajlarını mûsikî yardımıyla iletirlerdi. İslâmiyette de mûsikîye karşı bir cephe mevcut değildir. İslâm Peygâmberi Hz.Muhammed, Kuran’ ın güzel sesle ve kâideye müstenîd âhenkle okunmasını öğütlemiştir. Tecvîd ve Kıraat işte bu rağbetin sonucunda doğmuştur ve mûsikî ile yakın ilişkileri vardır.

Türklerin dînî hayatlarında mûsikî her zaman yer almıştır. Özellikle tekke hayatında, âyin ve diğer dînî törenlerde (cem, zikir, deverân vs.) mûsikînin rolü büyükse de bir çok tarîkatin törenlerinde telli çalgıların yer almasına cevâz verilmemiştir. Ancak hemen hemen bütün tarîkatlerin törenlerinde bendir ile birlikte ney yer almıştır.

Bilhassa Mevlevîlikte neyin önemi çok büyüktür. Hz. Mevlânâ Mesnevî’ sine şu sözlerle başlamıştır:

“ Bişnev ez ney çün hikâyet mî küned

Ez cüdâyîhâ şikâyet mî küned

Gez neyistân tâ merâ bübrîde end

Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end

Sîne hâhem şerha şerha ez firâk

Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk ”

“ Dinle neyden, zirâ o birşeyler anlatmada

Ayrılıklardan şikâyet etmededir.

Ney der ki: Beni kamışlıktan kopardıklarından beri,

İniltim kadın - erkek herkesi ağlattı.

Ayrılık bağrımı delik deşik eylesin,

Tâ ki aşk derdini anlatabileyim.”

Hz. Mevlânâ’ ya göre mûsikî Allah’ ın lisânıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest’ te ruhlara mûsikî ile seslenmiştir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar mûsikî ile aynı duyguları paylaşabilirler. Hiçbir sanat insan rûhuna mûsikî kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfûz edemez. Mûsikî, son derece değerli bir mânevî temizlenme, ferahlama ve yücelme vâsıtasıdır. Rûhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri de ayıklayarak tedâvi eder. Mûsikî ile temizlenmeyen rûh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek mûsikî insana hayvânî hisleri hatırlatmak şöyle dursun, ona “sonsuz varlık” ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’ na yaklaştırır ve nihâyet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadâsıdır.

Hz. Mevlânâ’ nın fesefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmış ve “ nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.

“ Ney hadîs-i râh-ı pür hûn mîküned

Kıssahâ-yı ışk-ı Mecnûn mîküned ”

“ Ney, kanla dolu bir yoldan bahsetmede,

Mecnûn’ un aşkından hikâyeler anlatmadadır.”

“ Âteş-i ışkest ke’ender ney fütâd

Cûşiş-i ışkest ke’ender mey fütâd ”

“ Aşk âteşi ki neyin içine düşmüştür,

Aşk coşkunluğu ki meyin içine düşmüştür.”

“ Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd

Hem çü ney demsâz ü müştâkî ki dîd ”

“ Ney gibi hem zehir, hem panzehir,

Ney gibi hem hemdem, hem müştâkı kim gördü? ”

Ney'in Kısımları

Kamış

Ney iki ucu açık silindir biçimli bir enstrümandır. Üfleme bölgesinde başpare içerisinde hava sıkıştırılarak ses elde edilir. Sıkışan hava kamışın içerisindeki liflerin oluşturduğu tabii kanalcılara çarparak bir titreşim meydana getirir. Sesin kaliteli çıkabilmesi için kamışın gereğinden fazla kalın çaplı veya ince çaplı olması doğru değildir . Bazı acemi ney üfleyicileri çok kalın kamışların daha iyi ses vereceğini düşünmektedirler. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Ney boylarına göre ideal kamış çapları hesaplanmıştır. Bunlar tablo şeklinde verilmektedir. Kamış çapı arttıkça kamış et kalınlığı da artmaktadır. Eğer küçük neylerde çok kalın çaplı kamış kullanılırsa tiz ( ince ) oktavdaki sesler rahat alınamaz. Ney yapımında en çok tercih edilen kamışlar  Hatay İli Asi Nehri ve Samandağı Bölgelerinde yetişen kamışlardır. Ülkemiz dışında Nil Nehri ve Suriye’nin bazı bölgelerinde de ney kamışı yetişmektedir.  Ney yapılacak kamış binlerce kamış içerisinden özenle seçilerek alınmaktadır. Bu kamışlar Ekim- Kasım aylarında kesilmektedir. Bu aylarda kesilen kamışlar olgunlaşmış ve suyunu almıştır. Kesilecek kamışların düzgün olmasına , kabuklarının sararmış olmasına , boğum aralıklarının 7-8 cm. geçmeyecek şekilde ve birbirlerine eşit uzunluklarda olmasına özen gösterilmeli , kamış israfının önüne geçilmesi adına çok ince ve olgunlaşmamış kamışların kesilmemesi, kamış kesen kişinin mutlaka yanında ölçü götürmesi çok önemlidir. Kamış seçilirken çok kalın etli kamışlar tercih edilmez. Dış yüzeyi canlı , parlak ve lekesiz kamışlar ney yapımı için en makbul kamışlardır. Ney yapılacak kamışların 9 boğum üzerine ölçü oturacak şekilde olması gerekmektedir. Altıncı boğuma 2 Yedinci boğuma 2  ve sekizinci boğuma 2 şeklinde delikler açılır. Kamışlarda boğum aralıklar genellikle kök kısmından yukarıya doğru daralarak gider bu gibi kamışlarda yarıdan yukarıdan ney elde edilebilir. Birde kökten veren kamışlar vardır ki bunlarda kök bölgesinde boğumlar sık ve düzgündür. Bu kamışlar oldukça nitelikli ses verebilirler.


Parazvâne

Neyin alt ve üst tarafına takılan ve çeşitli madenlerden yapılan yüzük biçiminde parçalardır. Et kalınlığı 0,50 mm ‘den kalın olmaması gereken parazvanelerin en önemli vazifesi neyin en nazik kısımları olan uç kısımlarını kırılmalara karşı korumaktır. Bu kırılma en çok başpare takılırken olmaktadır. Ayrıca çarpma ve düşme ile de olabilir. Ney başparesi hava kaçırmaması için çok sıkı takılmalıdır. Bu işlem sırasında kamışa mukavemet katan parazvanedir. Buradan hareketle parazvanenin de sıkı ve mukavemetli olması gerekmektedir. Parazvane ayrıca neye bir estetik de katmaktadır. Parazvanenin boyu 1-1,5 cm dir. Sıs haznesi ( üflenen bölüm) bölümünde kullanılan parazvane boyu çok uzun tutulmamalıdır. Kamışın rezonansının bozulmaması için doğal yapısının elden geldiği kadar muhafaza edilmesi gerekmektedir. Ses tınısını ve kalitesini birinci derecede etkileyen ses haznesi bölümünde uzun metal parça kullanıldığında ney ses niteliğini yitirmektedir. Bu bölümde mümkünse 1 cm geçmeyecek parazvane kullanılmalıdır. Neyin alt kısmında ise 1,5 -2 cm boyunda parazvaneler kullanılabilir. Parazvane yapımında altın , gümüş , alpaka, Pirinç gibi madenler kullanılmaktadır. En çok tavsiye edilen oksitlenme az görülen alpakadır.


Başpare

Sadece Anadolu neyinde görülen neyin üfleme kısmına konulan parçadır. Fotoğrafını aşağıda verdiğimiz başpare Manda Boynuzundan yapılmıştır. Ayrıca Fildişi  , Abanoz ağacı , Şimşir ağacı , Derlin , Fiber gibi malzemelerden yapılabilmektedir. Osmanlı dönemi neylerinde fil dişi başparelere rastlanmaktadır. Ülkemizde manda yetiştiriciliği çok yaygın sayılmamaktadır. Afyon , Samsun , Kastamonu gibi illerde yetiştirilen mandanın süt ve yoğurdu çok kıymetli olduğundan kesimi fazla yapılmamaktadır. Manda boynuzu temin etmek oldukça zor bir durumdur. Tornada işlenmesi de oldukça zahmetli olan manda boynuzundan başpare üretimi giderek azalmaktadır. Bunun yerine yaygın olarak bulunabilen ve işlenmesi oldukça kolay olan “derlin” maddesi tercih edilmektedir. Derlin ses kalitesi açısından da oldukça nitelikli bir maddedir. Sıkıştırılmış sert bir plastik türü olan derlin koku yapmayan yapısıyla oldukça da sağlıklı bir ürün olarak kabul edilmektedir. Silindir kütük şeklinde satılmakta olan derlin tornaya bağlanmakta ve işlemede çok büyük kolaylık sağlamaktadır. Bazı ney yapımcıları tarafından Fiber kullanılmaktadır. Bu malzeme koku yapması ve kanserojen olmasından ötürü pek tercih edilmediği gözlenmektedir. Turistik neylerde çeşitli ağaçlardan başpare yapılmaktadır. Şimşir en çok tercih edilenidir. Başpare de belli formlar kullanılmaktadır.Kimi ustalar iç açkısını düz tercih ederken , kimileri de iç kısmını 1-1.5-2 mm girintili yapmaktadırlar. Başparenin neyin ses haznesine giren kısmı hafif konik yapılmaktadır. Koniklik neyin çatlaması riskini azaltmaktadır. Ses haznesine giren kısımda et kalınlığı 1 mm geçmemelidir. Başpare ölçüleri aşağıda verilmektedir .

Ney Çeşitleri

Bolâhenk Nısfiye (Ana âhenk)
   

505-525 mm.

Bolâhenk-Sipürde Mâbeyni (Ara âhenk)
   

545-565 mm.

Sipürde (Ana âhenk)
   

580-600 mm.

Müstahsen (Ara âhenk)
   

615-635 mm.

Yıldız (Ana âhenk)
   

645-665 mm.

Kız (Ana âhenk)
   

685-715 mm.

Kız-Mansur Mâbeyni (Ara âhenk)
   

730-760 mm.

Mansur (Ana âhenk)
   

770-810 mm.

Mansur-Şah Mâbeyni (Ara âhenk)
   

820-860 mm.

Şah (Ana âhenk)
   

865-895 mm.

Dâvud (Ana âhenk)
   

900-940 mm.

Dâvud-Bolâhenk Mâbeyni (Ara âhenk)
   

960-1000 mm.

Bolâhenk (Ana âhenk)
   

1010-1050 mm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder